More
    Ana SayfaRÖPORTAJSanatının Her Döneminde En Kaliteli İşlere İmza Atan Erdem Topuz İle Samimi...

    Sanatının Her Döneminde En Kaliteli İşlere İmza Atan Erdem Topuz İle Samimi Bir Sohbetin Kapısını Araladık


    Şimdiki ropörtajımızın konuğu Tiyatro oyuncusu ve Rock müzisyeni Erdem Topuz… Rusya da “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile “Yalta Anton Çehov Uluslararası Tiyatro Festivali” (2015) ve “Arkhangelsk” (2014) “Lomonosov Uluslararası Tiyatro festivali” ndeki Türkçe performansı ile ülkemize “Rus Klasiği En İyi Yorum ödülü” nü getirdi. “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile geçen 18 sezon, “Oblomov”, “Fareler ve İnsanlar”, “Salaklar sofrası” ve bu sezon “Mezarcı”… Sanat ve tiyatro macerası Ortaokul birinci sınıfta Kral ve Ben, Neşeli Günler, Batı Yakasının Hikayesi müzikallerinde yer alarak başlayan deyim yerindeyse çekirdekten yetişen “Studio Oyuncuları”nda profesyonelliğe geçen, “Dionysos Tiyatro” nun kurucularından biri ve aynı zamanda Genel Sanat Yönetmeni, tiyatro oyunlarının çevirisini yapıyor, yönetiyor ve oyuncusu olarak da karşımıza çıkıyor, Rock müzik grubu Boşluk’un solistliğini yapıyor, aynı zamanda Latin ve salon dansları eğitmenliği de yapıyor. Sanatının her döneminde en kaliteli işlere imza atan kendisiyle barışık, mutlu ve keyifli bir kişiliğe sahip Erdem Topuz ile samimi bir sohbetin kapısını araladık. Keyifli bir röportaj oldu. Bizi kırmayıp soruları tüm içtenliğiyle cevapladığı için kendisine teşekkür ediyoruz.

    Bize Biraz Kendinizden Bahseder Misiniz?

    “1975 İstanbul doğumlu Tiyatro oyuncusu, Rock müzisyeni, Latin ve salon dansları eğitmeniyim. Sanat ve Tiyatro maceram muhteşem bir öğretmenin Ortaokul birinci sınıfta elimden tutması ile başladı. Ata Kolejinde okurken drama ve Edebiyat hocam Billy Talbert yönetmenliğinde Kral ve Ben, Neşeli Günler, Batı Yakasının Hikayesi müzikallerinde İngilizce oynadım. Billy hocamı minnetle anıyorum. Mekanı cennet olsun. 1996 Yılında Şahika Tekand Studio oyuncularında oyunculuk eğitimi almaya başladım. Bu arada üniversite bünyesinde deneysel Tiyatro çalışmalarım yoğunlukla devam ediyordu. 2002 Yılında Sofokles ‘ten Şahika Tekand’ ın uyarladığı Oidipus Nerede oyunuyla İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali, Yunanistan Delphi Atina Uluslararası Antik Yunan Tiyatro Festivali, Japonya Shizuoaka Suzuki Uluslararası Tiyatro Festivali, Ankara Uluslararası Tiyatro Festivallerinde oyuncu olarak sahne aldım. 2004 Yılında Atölye Tiyatrosu’na geçtim. Nikolay Gogol’un başyapıtı “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyunumla, seyircimle tek kişilik performansımla buluştum. Rusya da “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile “Yalta Anton Çehov Uluslararası Tiyatro Festivali” (2015) ve “Arkhangelsk” (2014) “Lomonosov Uluslararası Tiyatro festivali” ndeki Türkçe performansı ile ülkemize “Rus Klasiği En İyi Yorum ödülü” nü getirdim. Bugüne kadar gelen 18 yıllık süreçte (Arnold Wesker) “Dört Mevsim”, (Anton Çehov) “Evlenme Teklifi” , (Jacques Deval) “Şahane Züğürtler” , (Yakup Almelek) “Şarap Doktoru”. Tiyatro oyunlarında da rol aldım. Aynı zamanda Rock grubu Boşluk’un Solistiyim, “Boş Duvarlar” (2006), “Sanal Tanrılar” (2009), “Aynalardan Kaçamazsın” (2015) isimli albüm çalışmalarım da oldu ve grubumla çok uzun yıllar canlı performanslar gerçekleştirdim… Bunların dışında 2014 Rusya Arkhangelsk Uluslararası Lomonosov Tiyatro Festivali’nde ve 2015 Rusya Yalta Uluslararası Anton Çehov Tiyatro Festivalinde Türkçe performansımla sahne aldım. Ülkemize en iyi Rus klasik yorum ödülü ile döndük”.

    Sanatsal Faaliyetler Takipçilerine Kısaca “Dionysos Tiyatro”dan Ve Faaliyetlerinden Bahseder Misiniz ?

    2018 yılında değerli sanatçı dostum Işık Tolgay ile birlikte Dionysos Tiyatro’yu kurduk. Sevgili Işık da Billy Talbert’ın öğrencisidir ve ortaokul yıllarında başlayan sanat ve dostluk birlikteliğimiz Üniversite Tiyatrosu yıllarında perçinlendi, 2018 den bu yana da kendi tiyatromuzda birlikte çalışmaktayız. 2018 -2019 sezonunda İvan Gonçarov’un ölümsüz klasiği “Oblomov” ile “Dionysos Tiyatro” perdesini açarken aynı sezon Ekin Yazın Dostları Küçük Salon en iyi erkek oyuncu ödülünü tiyatromuza getirdik. Aynı Sezon unutulmaz Fransız Farsı Salaklar Sofrası ile seyircimizle buluşmaya devam ettik. 2019-2020 sezonundan başlayarak üç sezondur John Steinbeck ‘in dev başyapıtı “Fareler ve İnsanlar” klasiğimiz ile seyircimizle buluşuyoruz. Bu epik dev klasik oyunumuz da 2020 sezonunda Ekin Yazın Dostları En İyi Sahne Tasarımı ödülü ile ödüllendirildi. 2022-2023 sezonuna da değerli genç Türk Tiyatro yazarı Gazi Tuğrul Ertuğrul’un karşı – gerçekçi, avantgarde oyunu ‘Mezarcı’ ile başladık. Bu özgün, derinlikli, ezber bozan oyunumuz sadece tiyatromuz “Dionysos” adına değil, Türk Tiyatrosu adına da bize büyük umut ve heyecan veriyor. “Dionysos Tiyatro” olarak aslında farklı tiyatro akımlarına hitap eden oyunları da tek bir çatı altında topladığımızı çok sesliliğe önem verdiğimizi söyleyebilirim yaklaşım olarak. Şimdi yeni oyunumuz “Mezarcı” da karşı gerçekçi, absürtlüğe yakın bir metin ama zaten biz tiyatro olarak, sadece gerçekçi tiyatro yapacağız diye bir bakış açısıyla yola çıkmadık. Gerçekçi tiyatro, karşı gerçekçi tiyatro, Fars, komedi. Her zaman için çok yönlü Bir bakış açımız var ve skalamızı da o doğrultuda zenginleştirdiğimiz söylenebilir”.

    “Fareler Ve İnsanlar” Projesi Nasıl Oluştu Biraz Aydınlatabilir Misiniz Bizleri ?

    “Aslında hikayenin çok evveline gitmek lazım, ben “Fareler Ve İnsanlar”ı sanıyorum orta bir veya orta iki de okumuştum ve çok etkilenmiştim. Bir gün bu eserin bir parçası olmak istiyorum dedim, hayalim hep vardı. Daha sonraki süreçte, üniversite yıllarında biz Işık Tolgay ile birlikte üniversite tiyatrosunda çalışmalar yaparken, bizi bu hikayenin iki baş rolü olarak çok yakıştırıyorlardı ancak üniversite tiyatromuzun şartlarında sahnelenmesi mümkün değildi, o günkü imkanlarımız da yetersizdi daha çok deneysel çalışmalar yapıyorduk. Yani aşağı yukarı 24 – 25 yıl sonra gerçekleşmiş bir hayal bu “Fareler Ve İnsanlar” da o zamandan beri aslında hayalimizdi ve biz baş yapıtla “Oblomov” ile başladığımız için ikinci oyunumuzun da gerçekten büyük bir başyapıt olmasını istedik ve hedefimiz geçmişten gelen bir hayali tamamlamaktı aslında. Büyük bir zevkti bizim için. Fakat şöyle bir sorunla karşılaştık elimizde orijinal bir tekst vardı Türkçesi verilemedi, 1950’lerden kalma yarım bir metin. Eski Türkçe ile yazılmıştı bir çok sözcük bunun böyle olmayacağını anladıktan sonra oyunu baştan çevirmek gerektiğini anladım ve oyunu İngilizceden Türkçeye tekrar çevirdim. Sonraki süreçte aşağı yukarı üç aya kadar çok yoğun bir şekilde provalarımız sürdü. Üç aylık sürecin sonucunda da “Fareler Ve İnsanlar” ortaya çıktı. 24 Kasım 2019’da seyircisiyle buluştu”.

    Seyirci “Fareler Ve İnsanlar” Tiyatro Oyununda Neyi Özellikle Yakalamalı Ve Anlamaya Çalışmalı ?

    “Fareler ve İnsanlar” romanını incelediğimizde bir kaç temel fikir ve tema üzerinden yürüdüğünü söyleyebiliriz aslında… En başta insanın insan ile, insanın doğa ile mücadelesini anlatıyor. Bir yandan da Amerikan rüyasının anlamsızlığını boşluğunu da öğreniyor seyirci. John Steinbeck bu ölümsüz başyapıtında çok ilginç sembollere yer vermiş. Bunları anlamak ve analiz etmek de başlı başına çok katmanlı bir yolculuk yönetmen ve oyuncular için. Steinbeck’in yarattığı karakterlerin kendine özgü hayalleri var. Bu hayallerin var olan şartlar altındaki anlamsızlığı, ulaşılmazlığı verilirken, şartlar ne olursa olsun, insanların her türlü zorluğa rağmen ancak hayalleriyle, umutlarıyla ayakta kalabileceklerini, yaşama tutunabileceklerini de veriyor. Umut bir yerde var olmak zorunda hissini verdiği gibi aslında insanların gerçekten bütün bu anlamsız mücadelenin içinde belki de sadece küçük umutlarla ayakta durabildiklerini veriyor. Hikâyenin içinde, insanın insana zulmü, insanın insanı ötekileştirmesi var. İnsanın doğayla verdiği çok büyük mücadele anlatılıyor. Belki o anın koşulları ve realitesi içinde değerlendirdiğimiz zaman karakterlerin kurduğu hayaller çok ütopik ama belki de insanların o ütopyaya da ihtiyacı var. Amerikan rüyasının boşluğu ve anlamsızlığı bir tarafa insanların aslında hayalleri olmadan yaşayamayacaklarını aktarıyor bizlere. Oyunumuz için üç günde geçen, üç saate sığan büyük bir epik şölen diyebilirim. Hikayenin ana kahramanlarının oyuna başladıkları halleri ve durumları ile bitirdikleri andaki durumları çok farklı. Korkunç bir uçurum ve tragedya var. Bu büyük bir trajedi. Aslında, sekiz milyar dünya insanının, dokuz kişinin hüviyetinde bir çiftliğin içinde miniskül küçük bir dünya modeli yaratılarak ve betimlenerek seyirciye aktarılması diyebiliriz. Eserin hakkını sonuna kadar verdik. Seyircilerimiz izledikleri Hollywood film versiyonlarını lütfen baz almasınlar. Romanı izlemekteler sahnede”.

    Kendinizi Nasıl Tanımlarsınız ?

    “Aslında bir madalyonun iki yüzü gibi diyebiliriz. Madalyonun ön yüzünden baktığınızda yaptığı işe inancı yüksek, azimli, disiplinli, kararlı birisiyim. Sahnede olmak benim için nefes almak gibidir ve her şeyden önce gelir. Diğer yüzünden baktığınızda, sahne dışında bir o kadar dinginlik ve dostluktan hoşlanan, barışçıl, eğlenceli birisiyim kısaca sahne üzerinde sanat icra ederken veya prova yaparken ki halimle sahne dışındaki halim oldukça farklı diyebilirim. Sahnede çok farklı bir nabza ve çok farklı bir varoluş durumuna geçerken, sahne dışındaki hayatımda aslında çok uyumlu bir insanım. Dost canlısı, barışçıl ve uyumlu, hayatın süreli bir dönem olduğunu bilen, aslında neden buraya geldiğimizi ve neden gittiğimizi bilmediğimiz bir aralığı yaşadığımızın farkında olan ama sanat yaparken de bir o kadar titiz ve detaycı birisiyim. Madalyonun bir tarafından bakınca diğer tarafım oldukça farklı gelebiliyor çoğu zaman insanlara. Sahnedeki durumuma artı olarak, sahne ve sahneye hazırlık sürecindeki farklılığı yaratan en büyük ve öncül artı değerlerim idealizm ve yaratma coşkusudur. Bu coşkuyu taşımıyorsak zaten bence uzun soluklu eserler yaratabilmemiz mümkün değil özellikle Türkiye gibi sanat ve kültür açısından temel sorunları çözülememiş bir ülkede. Işıklar sönüp gündelik hayata geçtiğimde uyumlu, dostlarına ve ailesine düşkün, arkadaş canlısı, eğlenceli birisiyim diye düşünüyorum. Umarım arkadaşlarım da bu kanaattedir. Kendimi över gibi de olmayayım”.

    Tiyatro Seyircimizin Durumu Nasıl Sizce ?

    “Ciddi anlamda saygılı tiyatro seyircisini muaf tutarak söylüyorum. Her yaştan pırıl pırıl, aydınlık harika seyircilerimiz olduğu gibi bu güzel bütünlüğü mahveden tiyatro seyir adabından bihaber tuhaf bir seyirci kitlesi oluştu son on senede. Akıl almaz bir vurdumduymazlık ve saygısızlık içinde hem sahnedeki oyuncuları, hem de güzel, sanata yakışır seyircileri çok rahatsız etmekte bu kitle, akıl alır gibi değiller ne yazık ki. Bu kişiler oyuncuların konsantrasyonunu nasıl bozduklarının ve diğer seyircilerin bütün dikkatini dağıtıp, seyir keyfini nasıl kaçırdıklarının da zerre kadar farkında değiller”.

    Ülkemizde Sanata Ve Sanatçıya Verilen Önem Hakkında Düşünceleriniz Nelerdir ?


    “Ne yazık ki çok zayıf buluyorum, Tüm kavramların ve anlamların içinin boşaltıldığını toplumdaki sanat ve sanatçı algısının ne yazık ki çok eksik ve derinliksiz biçimde algılanıp empoze edildiğini normal bir sanat eseri yaratmanın temel gerekliliklerinin çok ötesinde, sinir bozucu bir yere gittiğini görüyorum ve böyle olmaması gerektiğini özellikle cumhuriyetimizin ilk dönemine baktığımda, şimdi bu dönem ile kıyasladığımda, varılan noktanın yüz sene ile çelişkili olduğunu ve bu anlamda da kültür gelişimi oturmuş, kültür hayatını gerçekten geliştirmiş ülkelere göre, çok geride olduğumuzu gördüğüm zaman, bu üzücü tabloyu hiç yakıştıramıyorum ülkeme. Bizim çok yetenekli oyuncularımız, sanatçılarımız, yazarlarımız var. Bunu her zaman söylüyorum ama toplumun kültür politikası, yönetimin kültür politikasının bizleri, halkı getirdiği yer ve nokta, hakikaten bazen tahammül edilebilir gibi değil. O noktada tabii çok enerji tüketici bir durum bu”.

    İyi bir sanatçı olmak için olmazsa olmazlar sizce nelerdir?

    “İyi bir sanatçı olmanın olmazsa olmaz birinci şartı; kültürel olarak kendini geliştirmektir. Dünya kültürüne ve ülke kültürüne gerçek anlamda hakim olmaktır. Çünkü biz kültüre bağlı bir iş yapıyoruz. Eğer siz gerçekten iyi bir okur olmazsanız sahnede çıkardığınız eserlerin dönem kültürünü, dönemin çelişkilerini, yazarın, o oyunları niye yazdığını, illiyet bağını, sebep, sonuç ilişkilerini doğru kuramazsanız, ayaklarınız hiçbir zaman sağlam bir zemine basmaz. Ve o oyunun gerçeklerini, o kültürün temel değerlerini bilmediğiniz için doğru şekilde yansıtamazsınız ve oradan da sağlam bir çatı çıkmaz. Dolayısıyla kendinizi öncelikle kültürel anlamda çok zengin bir biçimde geliştirmeniz ve donatmanız gerekir. Bu da hem kendi ülkemizin hem de dünya edebiyatının, dünya müziğinin, dünya tarihinin, bilimin, sanatın diğer kollarının ciddi bir takipçisi olmanızı ve gerçekten bu konuda inceleyici, değerlendirici sorgulayıcı bir birey olarak kendinizi yetiştirmenizle mümkün olabilir. Tabii bunlar yetmez. Davranış sanatı yapıyoruz. İnsan davranışlarını çok iyi bilmeniz. Yani insan psikolojisini çok iyi bilmeniz insan davranışlarının sebep sonuçlarını doğru algılamanız, bunun yanında sosyolojiyi de çok iyi bilmeniz aynı zamanda bilimle de aranızın çok iyi olması gerekir. Bütün bunlar sizi daha güçlü, algısı yüksek, soyutlaması yüksek bir sanatçı adayı yapar. Ondan sonraki süreçler oyunculukla ilgili, yani enstrümanınızı çok iyi geliştirmeniz, tekniğinizi geliştirmeniz, bedeniniz ve donanımınıza çok fazla yatırım yapmanız, kendinize çok ciddi, kaliteli zaman ayırmanız gerekir. Hepsinden önemlisi sağlığınıza da çok dikkat etmeniz gerekir. Bu bitmeyen bir yolculuktur, profesyonel sporculuktan hiçbir farkı yoktur. Üzerine ciddi bir kültür donanımı biriktirmek gerektiren gerçekten insanın kendini çok detaylı bir biçimde adaması gereken bir sanat dalıdır”.

    Sanat Anlamında Pek Çok Alanda Başarı İle Karşımıza Çıkıyorsunuz. Bunların İçinde En Keyif Aldığınız İş Hangisi Yada Hepsi Mi Keyif Veriyor ?

    “Şöyle söyleyebilirim oyunculuk icra edildiği an seyirciyle buluşmaktan başka hiçbir şansı olmayan bir sanat dalı. Canlı Konser vermek ise tiyatroya daha yakın anlamda yapmak gibi. Müzikte konser kaydı ve albüm kaydı olabiliyor ve dinleyiciye aynı keyfi, aynı olmasa da yakın keyifler verebiliyor. Fakat bir tiyatro oyununu kaydettiğiniz zaman asla sahnedeki gerçekliği o sıcaklığıyla alamıyorsunuz. Tiyatronun büyüsü burada. Tiyatro sanat dalları içinde sadece sahnede icra edildiği an izlenebilmesi gereken bir sanat dalı, farklılığı burada. Üstünlüğü de burada, kendi özgürlüğü de burada. Tiyatro yaşayan bir organizmadır. Aslında hepsi çok keyifli. sahnede şarkı söyleyerek özellikle kendi parçalarımızı ve sevdiğimiz parçaları söylemenin de zevki, o canlı performans da çok zevkli. Bir albüme kapanıp, o albümün soundunu oluşturmak, parçaların seçimi, özellikle grupla birlikte en fazla da nasıl bir konsept yaratacağımıza kafa yormanın da keyfi çok başka. Ama orada tabii çok fazla teknik faktör devreye giriyor. Şöyle söyleyebilirim. Bir albüm yapmak bir sinema filmi yapmaya benziyor. Konserde olmak veya tiyatro yapmak. Bir futbol maçı gibi diyebilirim. Tekrarı yok. O anda hani sürekli bir penaltı atma durumu var. O yüzden zor ama o zorluğun getirdiği bir kapışma duygusu veriyor insana. O kapışma duygusu insanı kendini aşmaya zorlayan dönüştürücü tarafı zaten sanatımızın geliştirici tarafı. Çünkü sil baştan yok. Yaşanan o an yaşanacak ve aslında o oyunun içinde belki de sizin o düz veya ters giden olaylar karşısında almanız gereken tutumun kuvveti de sizin iradenizi ölçen ve ne kadar güçlü bir sanatçı olduğunuzu gösteren en önemli unsur bence. Her seyircinin size verdiği etki. O etkinin sizin üzerinizde yarattığı dönüşüm farklı oluyor. Seyircinin kültürü geceden gece değişebiliyor. Sahne coğrafyası değişebiliyor. Ve bütün bunlar gözle hemen görünmeyen ancak çok net hissedilebilen auranıza etki eden çok önemli değişkenlerdir. Değişen şartlara rağmen yarattığınız karakterin içindeki entegrasyonunuzun gücü ve devamlılığı ile sınanırsınız çoğu zaman. İradeniz, konsantrasyon gücünüz ve oyunun ruhuna olan bağlılığınız sınanır. Sınandıkça ve oyunda kalmayı öğrendikçe özgüveniniz artar”.

    “Mezarcı” Tiyatro Oyununun Konusunu Kısaca Anlatabilir Misiniz ?

    Benim ve Işık’ın yazar Gazi Tuğrul Ertuğrul ile üniversite yıllarından gelen kadim, büyük bir dostluğumuz var. Biz sınıf ve tiyatro arkadaşıyız, bu dostluk 1993 yılında başladı, büyük bir özen ve güzellikle bugünlere geldi. Gazi Tuğrul Ertuğrul’un yazdığı ilk oyunda Işık ve ben 1997 yılında baş rolleri oynamıştık. İlk oyunumuz “Bu Oyun Bitmeli” de, büyük ilgi çekmişti o zaman. MEZARCI oyunumuz da aslında hikayemizin kaldığı yerden devamı. MEZARCI da, 1998’de ilk bölümü yazılmışken, hayatın o gün bize getirdikleri ile, o gün için istemeyerek rafa kaldırdığımız bir oyundu. Bazen güzel şeylerin daha güzel olması için doğru zamanı beklemesi gerekiyor belki de. 24 yıl sonra oyuna bir episode daha ekledi Gazi, işaret fişeği ateşlenmiş oldu. MEZARCI hazırdı artık. MEZARCI bir kader oyunu. Yaşamın ve ölümün sonsuz kısır döngüsü içinde akıyor, bir denize ulaşamayan bir nehir gibi. İnsanlık tarihimizin paradoksal yazgısı akıyor bu nehirle. Babanın, ananın oğula, kıza, eski neslin yeniye uyguladığı varoluşsal aynılaştırma, kimliksizleştirme, kendine benzemeyeni öteleme, ötekileştirme işkencesi. Bu zulmü yaşayan bireyin, neslin, fiziksel ölümü gelmeden, ruhsal, varoluşsal ölümünün çoktan yaşanması. Yaşarken ölmek. Bir kasaba MEZARCI sının gözlerinden, araf bir mekan da. Sonsuz bir varoluş sancısı, kısır döngüsü, tragedyası oynanıyor sahnede ama soyut düzlemde. Didaktik değil. Bu Mezarlık mı ?, bu adam Mezarcı mı ? onun cevabını da seyirci versin isteriz. MEZARLIK bir son, ölüm bir son mu? derken, yaşam acaba yaşam mı ? sorusu da geliyor bir yandan değil mi? Ölülerin acısına ağlayan geride kalanlar, hayatta gerçek anlamda yaşıyorlar mı acaba? gibi bir dilemma geliyor beraberinde. İnsanlığın hiçliğe taşıdığı bu yazgısal bayrak yarışı bizi acaba nereye koşturmakta? Sonsuza açılan izafiyet dışı bir tragedya var ortada. bir de bu araf, hiçliğin bekçisi mezarcı.  İzlenimci bir var olma hali. Çok müdahil değil olamaz da zaten. İçindeyken dışında mı, dışındayken içinde mi ?. Nerenin dışı ?, nerenin içi ? Hegelci yaklaşımları var oyunumuzun içinde. Sözcüdür MEZARCI yaşam ve ölüm ekseninde çelişkiler içinde, hiçliğe ait, zamanın olmadığı yerde, gitgide körleşen sözleriyle… Burası bir şiire benziyor mu… Gerisi de sürpriz kalsın mı..)

    Son Olarak Bu Güzel Röportajı Okuyacak Olan Sanatsal Faaliyetler Takipçilerine Söylemek İstediğiniz Bir Şeyler Var Mı?

    Bütün anlatmak istediğimiz şu aslında… ülkemizin içinde bulunduğu, sanatsal eksikliklere, anlamsızlıklara rağmen, sanatın içindeysek, umut her zaman var demektir. Mücadele her zaman olacaktır. Ve bu mücadelenin yanında olan, pırıl pırıl bir sürü gözü de, her zaman görmekte ve onlarla büyüdüğümüzü de, hissetmekteyiz. Sanat umut demektir. Tıpkı “Fareler Ve İnsanlar”daki karakterlerin hayalleri gibi. Dolayısıyla, mücadele her zaman devam edecek. Biz bu misyonla var olduğumuzu düşünüyoruz ve bu misyonu bütün sanatsever, tiyatro sever, seyircilerimiz ile yaşamaya devam edeceğiz. Olumsuz olaylar gelip geçicidir ama sanat her zaman yaşamaya devam eder. O yüzden umutlarını hiç kaybetmesinler. Onları her zaman birbirinden güzel eserler ile, bir çember halinde, büyük bir paylaşımla, kucaklamaya devam edeceğiz. Kendilerine hep güvensinler, sanat ve sevgiyle, umutla Dionysos ruhuyla bizimle kalsınlar”.

    Genel Yayın Yönetmeni : Murat Karakaş

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler