Birbirine dönük iki ayrı tribünden izleme deneyimi yaşadığımız, sahnenin tam ortada yer aldığı, farklı farklı hikayeleri seyirci ile buluşturan “İki Kore’nin Birleşmesi” tiyatro oyununu dün akşam Leven Tülek’in nazik daveti ile Kadıköy Moda Sahnesi’nde izleme şansı buldum.
Güncel Fransız Tiyatrosu’nun ön önemli temsilcilerinden Joël Pommerat’ın kaleme aldığı, Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu’nun kurucu eğitmeni Mine Çerçi’in çevirisini yaptığı ve Kemal Aydoğan’ın yönettiği oyunun oyuncu kadrosunda Neriman Uğur, Levent Tülek, Asiye Dinçsoy, Sedat Kalkavan, Melek Ceylan, Reyhan Özdilek, Damla Pehlevan yer alıyor.
Ve hazırsanız yorumlaya başlıyorum; Benim bu oyunu seçmemdeki en önemli etken, bu ara komik ama düşündürücü oyunlar konusunda uzman olan Fransız yazarların tiyatro kültürünü merak etmem. “Sanatın ırkı, ülkesi, dini olmaz. Sanatın dili tekdir ve birleştiricidir” sözü bir kez daha anlam kazandı dün akşam. Çünkü, sanat, insani bir faaliyettir ve insanı olumlu yönde etkileyen insanı, insan yapan bir uğraştır. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sağlıklı düşünen insanların tepkisine yol açan Fransa gibi bir ülkeden de güzel insanlar çıkıyor. Altı çizilmesi gereken belki de önce insan olmak. İstanbul’un sosyokültürel yapısına ve günümüz tiyatro anlayışına uygun olan oyun seçimleriyle Moda Sahnesi gitmeyi çok istediğim bir tiyatro etkinlik mekanıydı kısmet dün akşamaymış.
Yazardan devam edelim bu oyundan aldıklarımı aktarayım; Fransız mizah kültürü çok güçlü bana göre benim bunu anlamamın en basit örneği oyunun başlığı, normal kriterde olan her insan, oyunun isminden dolayı Güney Kore ve Kuzey Kore’nin gelecekte birleşmesine dair siyasi bir oyun olarak düşünebilir ama işin aslı öyle değil. Boşanmadan başlayarak sırası ile Temizlik, Ayrılık, Düğün, Ölüm, Bekleyiş, Savaş, Çocuklar, Sevgi Yetmiyor, Değer, Hafıza, Hamile, Değer. Başlıkları altında on üç kısa bölümün yer aldığı metin, bütününde her ne kadar girişte, aşk eski yalan şarkısını dinlesekte, dün akşam ki sahne gözlemimden anladığım kadarıyla, aşk konusuna değil, aşk kavramının kafa yorulması imkansız karmaşık ve onu tanımlamanın zorluğuna dair ciddi bir şekilde kafa yoruyor. Şefkat, tutku, bağlılık, sabır ve buna benzer aşk ilişkilerindeki çeşitli duyguları bütünleştirip, seyirciyi yer yer güldüren, yer yer duygulandıran tiyatro oyununun alt metni sağlam ve çok güçlü.
Yönetmen koltuğundaki Kemal Aydoğan’ın, Joël Pommerat’ın kaleme aldığı, grotesk, trajikomik, dramatik yapısı oldukça yüksek olan metnini sahneleme biçimi için oyunun komedi ve eğlence dozunu alabildiğine geniş tutan bir reji uygulama yöntemi tercih ettiğini söyleyebilirim. Seyirciye birbirine dönük iki ayrı tribünden izleme deneyimi yaşatıyor, sahne tam ortada yer alıyor, 7 birbirinden başarılı oyuncu ile farklı farklı hikayeleri seyirciye aktarıyor. Sahne olabildiğine sade, seçilen müzikler hikayelere uygun, ışık tasarımı göz yormuyor. Çağdaş tiyatro anlayışına yakışan Kostüm seçimlerini de beğendim.
Tüm karakterlerin ruhsal durumlarının dışa vurulması açısından oyunculuklar ile ilgili yapacağım eleştirimde, oyuncu ayrımı yapmak istemiyorum, elbette ön plana çıkan oyuncular var. Oyunu izlerken zaten göreceksiniz o yüzden ön plana çıkan oyuncuların bana gönül koyacağını sanmıyorum. Sahnede biz seyircilerinin, izleyen olmasının ötesinde, bilinci açılmış bir katılımcıya dönüşmesini sağlayan 7 oyuncu gördüm. Tüm oyuncuların bizlerin sahnede izlerken, büyük keyif aldığımız bir seyir keyfi sunduğunu da söyleyebilirim. Yalnız buna ek olarak önemli bir detayı da atlamamam gerek, Damla Pehlevan, oyunda hem piyano çaldı, hem zarif sesi ile oyuna müzikleri katkıda bulunurken bir yandan da diğer altı oyuncuyla aralarındaki paslaşmayı gayet kontrollü yaptığından dolayı büyük bir alkışı fazlasıyla hak ediyor bence. Ve yine her zamanki gibi sahne arkasındaki emekçilere de emeklerinden dolayı büyük bir alkış gönderiyorum. Muhakkak gidin ve izleyin diyerek yorumumu burada sonlandırıyorum.
Genel Yayın Yönetmeni: Murat Karakaş