More
    Ana SayfaRÖPORTAJGeçmişten Bugüne Birbirinden Farklı Yapımlarda Rol Alan Yüreği de Oyunculuğu Kadar Güzel...

    Geçmişten Bugüne Birbirinden Farklı Yapımlarda Rol Alan Yüreği de Oyunculuğu Kadar Güzel Olan Mustafa Şimşek’e Konuk Olduk

    Elini attığı her işe kendini akıl, ruh ve beden olarak adayan ve o işe tüm benliği ile odaklanan bir insan Mustafa Şimşek. Kendisini bu kadar güzel ve özel bir insan yapan özelliklerini keşfe çıktık. Yakından tanımak istedik. Geçmişten bugüne birbirinden farklı yapımlarda rol alan yüreği de oyunculuğu kadar güzel olan Sinema ve Dizi Film Oyuncusu, Senaryo Yazarı, Yazar Mustafa Şimşek’e konuk olduk. Keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

    Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

    “Dürüstse insan, en zor kendisini tanımlar. Haliyle, göründüğü gibi olmaya gayret eden bir varlığım, diye özetleyeyim”.

    Şu an bir dizide aktif olarak rol alıyorsunuz. Türkiye’de dizi sektörü genelde hareketli. Günlük diziler haftalık dizilere göre daha zor olmalı?

    “Evet daha zor. Çünkü her gün çalışmak zorundayız çoğu zaman. Haftanın beş günü yayın var. Bir saati bulan her bölüm, haftada beş saat eder. Bunların çekilmesi çok ciddi bir tempo gerektiriyor. Sosyal hayatın oldukça daralmış oluyor. Sevdiğimiz işi yaptığımız için bu tempoya katlanıyoruz. Sevmeden yapılabilecek bir iş değil asla”.

    Öyleyse soralım: Oyunculuk ve bunu gerçekleştirdiğiniz yer olarak setler sizin için ne ifade ediyor?

    “Oyunculuğu sergilediğimiz yer olarak düşününce oyunculuk ile ilgili iştiyakımın karşılığını bulabildiği somut zemin setler. Oyunculuğu ise en kestirme yoldan yeniden doğum diye özetleyebilirim, insan kendinden yeniden yeniden doğuyor. Özel olarak set ortamını konuşacak olursak da set bir bütün içinde uyumlu bir parça olarak çalışma disiplini. Disiplinle ve bütünün bir parçası olarak hareket etmekle barışık olduğum için setler benim için eğlenceli bir çalışma ortamı”.

    Peki oyunculuk sizin hayatınızda nasıl var oldu?

    “İnsan yapmak istediği şeylerde kendini gerçekleştirme imkanı bulur, en klişe ifadesiyle. Bu da öyle bir şey. Çocukluğumda bir çok şeye ilgim vardı, hareketli bir çocuktum, sporu seviyordum, futbol oynadım ama profesyonel olarak sürdürmedim. Moda sektörü gibi başka işlerle uğraştığım yıllarda oyunculuk beni yavaş yavaş kendi yoluna çekti ve ait olduğum yeri zamanla buldum. Yaklaşık otuz yıldır sanatın içindeyim. Oyunculuk zaten çocukluk hayallerimden biriydi. İnsan hep o hayallerin peşinde; bunun farkında olsun olmasın; peşinde daima. “İnsan en çok NE ÇOK istediğine büyür, büyürse!..” derim hep, kendi hayatım üzerinden kurarak -ki hep kendinden yola çıkar insan, anlamlandırırken. Demek istediğim: Bence insan hayat yolculuğuna başladığında ne istiyorsa onlarla bir şekilde karşılaşır yol boyunca… Uzanıp tutma çabası, onu ne kadar arzuladığıyla doğru orantılıdır. Her neyi hedeflemişse azmiyle, inat ve şevkle varmak istediği noktaya varır ve onu parlatması, inanç ve çabasına kalır”.

    Karın doyuran bir meslek mi sizce oyunculuk?

    “Her meslek hakkıyla yapılırsa karın doyurur. Doyurmuyorsa, “B” planı hep olmalı. Bu elbette insanın dikkatini ikiye bölen bir şey olabilir, odağı kaybettirebilir çoğu insana, bu anlamda zorlu bir yanı var tabii. Geçim derdini çözebildiysen “A” planından ilerlersin, bunlar biraz imkanlarla ilgili şeyler elbette, herkeste aynı işleyemeyebilir. Ama bildiğim bir şey var ki, istemek yeterince büyük bir itici güç; neyi çok istiyorsan ona dön. Ya da “Nereye Dönersen Dön”, desem reklam ücreti ödemek zorunda kalır mıyım? (Gülüyoruz) “.

    Genelde kötü karakterlere hayat veriyorsunuz, bu özel bir seçim mi?

    “Kötülüğü, sadece bir oyun olarak oynayıp sahnede bırakabilmek için seçiyorum” desem çok fiyakalı bir cevap olurdu değilmi ?  (Gülüyoruz). Bazen diyorum bunu ama cidden: “İçimdeki bütün kötülükleri sahnede kusunca” diyorum; “indiğimde bir bakıyorum, sadece iyilik kalmış içimde. Bir o, bir ben.” Oynadığım son kötü karakter olan Talaz’dan bahsederek açayım bu konuyu. Yemin dizisinin Talaz karakteri kötü bir karakterdi. Fakat kimse için kötülük mutlak bir durum olmadığı gibi Talaz da mutlak kötü bir adam değildi. Talaz da bir insan ve onun da herkes gibi duyarlılıkları var. Hayatın bu ikircikli yönünü görmeyi ve vurgulamayı seviyorum. Oynarken de o tarafı ortaya çıkarmak istediğim için, üstüne gitme imkanı veren roller özellikle ilgimi çekiyor tabii. Senaryoda Talaz daha tek boyutlu bir karakterdi. Oynadıkça Talaz’ı sevmem ve üzerine yoğunlaşmam seyircide bir karşılık bulmuş olmalı ki, süreç içinde karakter yeni bir katman kazanarak ilerledi. Gelen feedback’lerden de senaryonun ilerleyişinde bunun iyi bir karar olduğu anlaşıldı. Tabii Talaz ilk değildi benim için. Oynadığım tüm “kötü” karakterlerde aşağı yukarı bunu yapmaya çalışıyorum. Senin de severek izlediğini söylediğin “Elveda Derken” dizisindeki adaşın Murat‘da seyircinin karşısına salt kötü bir adam olarak çıkmıştı, insanlık halinin farklı yönlerini onda da vurgulayıp karakteri nispeten derinleştirmek istemiştim. Öyle de oldu. 3 bölüm planlanan karakter, dizinin sonuna kadar yaşatıldı. Ondan sonra da kötü adam rolünün bu katmanlılığa imkan veren özel yanını yakalamış olmak bana zevk verdiği için kötü adamı oynamayı hep istedim”.

    Son dönemdeki projelere nasıl dahil oldunuz, biraz aydınlatabilir misiniz bizleri?

    “Genelde arzuladığın yolculuğun belli bir aşamasına geldiğinde; yapım şirketleri sana ulaşır ve projelerini sunarlar. Sen de projeye bakıp karar verirsin. Şu an çalıştığım projenin yapımı ile daha önce, demin bahsettiğim Yemin dizisini çekmiştik ve Talaz karakteri çok güzel bir ilgi toplamıştı. Karamel Yapım ile olan bu tecrübemizden sonra bu yeni projenin teklifi de doğrudan bana kendilerinden geldi”.

    Canlandırmayı çok istediğiniz bir karakter var mı?

    “Her oyuncunun oynamak istediği roller vardır. Spastik bir karakteri oynamak isterim mesela, umarım karşılaşırım böyle bir rolle. Yaşamış güçlü karakterleri canlandırmak isterim. “Sevda Kuşun Kanadındadizisi için oynadığım Necip Fazıl karakteri böyleydi benim için. Konferanslarının uzun video kayıtlarını izlerdim Necip Fazıl’ın, jest ve mimikleri için. Okumalarını yaparken bir taraftan da sesini dinlerdim, sesinin rengini ve ritmini iyice zihnime yerleştirerek içselleştirebilmek için. Yaklaşık bir yıllık uzun hazırlık sürecinde 10 kilo vermiştim. Zorlu bir süreçti ama rolün zorlayıcılığı heyecanlandırıyor beni. Role asılmamı sağlıyor. Yine böyle güçlü karakterleri canlandırabilmeyi isterim”.

    Herkes gibi hayranı olduğunuz bir ünlü var mı?

    “Tabii ki var ama şu an hangi birini sayabilirim ki… Marlon Brando, Jean Reno, Al Pacino, Antony Hopkins, Robin Williams, Robert De Niro, Kevin Spacey gibi isimler ilk aklıma gelen yabancı ustalar. Bizim de dünya çapında başarı kazanmış ustalarımız geçmişte vardı, şimdi de var. Ve alttan da sağlam bir jenerasyon dip dalga olarak önümüzdeki yıllarda gelip varlığını gösterecek, bundan eminim. Yalnızca, oyuncular değil tabii ki, iyi işleriyle hayran bırakmış bazı yönetmenler var örneğin Tim Burton, Martin Scorsese, Quentin Tarantino… şimdi saysam aklıma gelmeyecek kadar… Sinema benim için bir “tempo”. Koşturmaca değil tempo ile kastettiğim. Hayatın akışındaki tempoyu, dünyanın dönüşündeki ritmi, o altın oranı tutturan her ne olursa olsun o şey iyi bir temsil olarak sizi çekiveriyor içine. İyi bir yönetmenin işinde, iyi bir senaryoda, bir oyuncunun bir yolu ayağını sürüyerek yürüyüşünde bizi alıp götüren şey o iç dinamik”.

    Hep oyunculuk üzerinden konuştuk ama sizin aynı zamanda kalemle de bir ilişkiniz var. Yayımlanmış iki kitabınız var. Biraz da bunu konuşalım. Nedir sizin yazma motivasyonunuzu var eden?

    “Can sıkıntısı. Bu şaka ama gerçek payı da yok değil.  Yazma güdüsü insanın içinde -en azından bende- bir yerlerde saklı; olgunlaşıp çıkmayı bekleyen bir cenin. Zihninin, yüreğinin neresindeyse orasında, gizli saklı duruyor ve doğru zamanda fışkırıyormuş meğer… Neleri biriktiriyorsan onlar, dışarı çıkmak için an kolluyorlar ve bir an artık durduramıyorsun. Böyle bir şey oldu bendeki. Henüz kurgu yazmadığım zamanlarda şiirler karalardım, bir kısmı ne yazık ki kayboldu, elimdekilere de otobiyografik serbest atışlardan oluşan ilk kitabımda yer verdim. Şiir insanı müthiş özgürleştiren bir tür, kelimeler seni hapsetmek için değil özgürleştirmek için oradadırlar. Ama kurgu alabildiğine disiplin tabii, masa başı mesaisi istiyor. Ödül almış sinopsis ve senaryolarım vardı ama senaryonun daha geniş bir metne dönüşerek kitaplaşması pek de planlı gelişen bir süreç olmadı. “Nereye Dönersen Dön” bu sürecin sonucu”. 

    Konularınızı nasıl seçiyorsunuz?

    “Az önce konuştuklarımızdan farklı değil aslında. Yolum yordamım için gereken motivasyon genelde içerden geliyor. Hayatı yaşarken birikenler taşmak istiyorlar; okunarak ya da seyredilerek çoğalmak istiyorlar… Yazarken de tarzım böyle zaten, doğaçlama ve rahat. Bu benim hayattaki genel karakterim sanırım  Peki konu nerden geliyor…?  Bir kuş uçuyor, bir yaprak düşüyor, bir hikayeyi tetikliyor bazen. Geçenlerde arkadaşımla Harem’de oturup denizi izliyorduk, konuştuklarımız üç satırlık bir hikayeye dönüştü. Çıkış aşaması en konforlu en tatlı yanı tabii. Kalemi eline alıp masaya oturtabilecek kadar güçlü bir şey geldiğinde o çabayı senden söke söke almak istiyor. Verebilirsen ne ala”…

    Ülkemizde sanata ve sanatçıya verilen önem hakkında düşünceleriniz nelerdir?

    “Bu soruya klişe bir cevap rezervde durur bir çoğumuzda: “Bizim ülkemizde sanata ve sanatçıya gerekli ehemmiyet verilmez” denir, deriz ve işin içinden sıyrılmaya çalışırız. Evet biraz öyledir de ama bu ezberi kırmak lazım. “Nasıl kırılır” üzerine konuşmak asıl mesele. Bu da bizde ekonomiye bağlı biraz, karın doyurma derdi olan toplumların sanattan önce gelen kaygıları vardır… Toplum yüz yılda ancak bugünkü refah seviyesine ulaşabildi. Yokluk ve sefaletle geçen yıllar… Büyük bir imparatorluktan daralarak, kurtuluş savaşıyla küllerinden yeni bir Cumhuriyet inşa etmişiz. Kat edeceğimiz daha uzun bir yol var gibi görünüyor önümüzde. Haliyle, toplumu oluşturan bireyin temel ihtiyaçları, beslenmesi, barınması kolaylaştığında; tavanla taban arasındaki ekonomik makas daraldığında, eldeki refah -her ne kadarsa- adil paylaştırıldığında yani sosyal adalet biraz tesis edilebildiğinde; bireyin sanat ihtiyacı da karşılanması gereken bir şey olur, belli bir değer yüklenir, kanısındayım. Buraya kurulacak yığınla cümle var ama bu kadarını diyelim”.

    Boş zamanlarınızda en çok neler yapmaktan hoşlanırsınız?

    “Boş yapılan” zamanları kastediyorsak evet var öyle zamanlar, o anki hisler ve arzular doğrultusunda bazen “boş yapmak” da istiyor insan. Gerçi boş zaman denemez bunlara ama hayatın içindeki tali alışkanlıklardan bahsetmek gerekirse sporun her türlüsünü seviyorum, haftada bir iki gün evimin yakınındaki basketbol sahasında basket oynuyorum mesela. Motorum varken sık sık Harem’den, Moda’dan güneşin batışını izlemeyi severdim. Semtimde çok sevdiğim bir lisansüstü kütüphane var, okumak ve yazmak için orayı kullanıyorum. Setimin olmadığı günlerde çoğunlukla kütüphanede oluyorum. Bunlar dışında bana iyi gelen bazı elişi alışkanlıklarım da var. Evde kullandığım eşyalarıma ve kılık kıyafetime minik dokunuşlar yaparak onları kendime ait birer tasarım haline getirmeyi seviyorum. Bazen bir iğne iplikle, bazen renkli boyalarla yapılan küçücük dokunuşlar, elinize aldığınız şeyi “size” ait bir şey kılıveriyor”.

    Güne başlamanın en güzel yolu nedir sizin için?

    “Yeni bir güne daha uyandığım için şükrediyorum. Derin bir nefes çekip her gün yeniden başladığını bilmek gerek. Hayat sana, yarın neler olacağını söylemez. Yolda olmak, yolunda olmak önemli olan”.

    Gelecek planlarınızdan biraz bahseder misiniz?

    “Sen plan yaparken Tanrı gülümsermiş. Yeni çıkan “Nereye Dönersen Dön” kitabım, filmini çekmeyi planladığım senaryoyu anlatıyor. Bizi saran COVID-19 meredi filmimi çekmeme engel oldu,  ki aslında proje ve yatırımcım hazırdı. Salgın bitti ama maliyetler üçe katladı tabii. Kara kara düşünüyorum şu an… Tanrı belki de merhametle gülümser, kim bilir…  Ben her şeye rağmen planlarımı yapıyorum halen. Bu arada, bu hazırlık sürecimde kitabın okuyucularından gelebilecek geri dönüşleri de merakla bekliyorum”.

    Son olarak bu güzel röportajı okuyacak olan “Sanatsal Faaliyetler” takipçilerine söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

    “Demin de dediğim gibi; yeni güne uyanabildiğimiz için şükretmeliyiz. Her ne işle meşgulsek, onu severek yapmalıyız. Sevmiyor ve mecbursak, o mecburiyeti hoşnutluğa dönüştürmenin yollarını aramalıyız mesela. Çünkü bu yolu yürümek için halen bir hakkımız var. Kafa yormaya değmez mi? Yol gitmez olduğunda zaviyemizi değiştirebilmek, direksiyonu kırabilmek, esneyebilmek lazım. Bu kendi kendimize imkanlar vermektir. Çünkü kendimizi de sevmeliyiz, değerimizi bilmeliyiz. Peşi sıra diğer sevgiler çoğalmaya başlar zaten. Olumlu önyargılarda bulunarak gülümsemenin, insanın kendi içine doğru ve içinden de dışına doğru yönelen muazzam bir enerjisi var”.

    Teşekkür ederiz bu güzel röportajda yoğunluğunuza rağmen bizimle sohbete zaman ayırdığınız için.

    “Ben teşekkür ederim Murat’ım, sayfanda bana yer verdiğin için. Okuyuculara sevgilerimle”…

    Genel Yayın Yönetmeni : Murat Karakaş

    1 Yorum

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler