More
    Ana SayfaRÖPORTAJDolu Dolu 50 Yıl Türk müzik Dünyasına Damga Vurmuş Efsane İsimlerden Attila...

    Dolu Dolu 50 Yıl Türk müzik Dünyasına Damga Vurmuş Efsane İsimlerden Attila Atasoy İle Keyifli Bir Sohbete Davetlisiniz

    Tabii ki, ben hatırlamam. Ancak 90’lı yıllarda yetişebildim. 1970’li yıllarda hayatımıza giren en az iki – üç şarkısını mutlaka ezbere bildiğimiz. Dönem dönem hayatımıza da dokunan şarkılara imza atan, kendi tabiri ile düşe kalka kendi başına asla torpil kullanmadan, menajeri bile olmadan sanat hayatında mücadelelerle geçen dolu dolu 50 yılı deviren, Türk müzik dünyasına damga vurmuş efsane isimlerden, Attila Atasoy ile kendi evinde, ciddi anlamda çok değerli hayat tecrübeleri kazandığımız bir sohbet gerçekleştirdik. Hazırsanız başlıyoruz.

    İlk Albüm Piyasaya Çıktığında Neler Hissetmiştiniz ?

    “Çok mutlu hissettim tabii; o ilk 45’liği yapana kadar imanım gevredi. Çünkü, İstanbul’a geldim, Ankara’dan. Talebeyim, cebimde 5 kuruş param yok. Ankara Kızılay PTT’den plak yapayım diye Şerif Yüzbaşıoğlu hocayı arıyorum devamlı. 1973’ten itibaren Televizyona da çıkıyorum bu arada ama bir plağı olmayana röportaj bile vermiyor basın. Ben de idealist bir çocuğum her zaman olduğu gibi kendi şarkılarımla bir şey olmaya ve Türk pop müziğinde sentezler üretmeye çabalayan bir gayretkeşim. Neticede artık benden bıktılar bari röportaj verelim kurtulalım dediler. Şerif Yüzbaşıoğlu şefliğinde “İstanbul Gelişim Orkestrası” ile stüdyoya girdik. Benim 2 tane bestem “Cüce” ve annem için yaptığım “Anam” şarkısını kaydettik, hücum kayıt şeklinde. İşte o arada  Ankara’dan İstanbul’a gelirken, tabii çok erken geldiğim için vakit geçsin diye Gümüşsuyu Parkı’nda yatmak zorunda kaldım. Bunu daha önce de anlatmıştım. İlk macera böyle başladı, kaç tane sattı bilmiyorum, o belki çok az satmıştır. Ama olsun plağım vardı ya. Gittim “Hey” dergisine göğsümü gere gere röportaj yapma imkanı buldum. Sonra Eurovision şarkı yarışması geldi orada “Dilenci” adlı bestemi yollamıştım. Timur Selçuk orkestrası eşliğinde, şefliğinde şarkım 2. oldu ve böylece kötü yola düşüp popçu olmanın ilk adımları başladı”.

    Uzun Yıllardır Müzikle İç İçesiniz. Kimlerle Bu Yola Başladınız? Yaptığınız Bütün İşler Uzun Soluklu Oluyor, Bu İşin Sırrı Nedir?

    “Ben bir memur çocuğuyum, aman oğlumlar ile büyütüldüm aynı zamanda eczacılık talebesiydim.  Ama küçüklüğümden beri yani 5 yaşımdan beri müzik hep kalbimde ve geleceğimdeki en önemli hedeflerden biriydi ki, ilkokullar arası “Ses Ve Oyun Gücü Yarışması”nda 1. olup bir müzikalde başrol oynama hakkı kazanmıştım Antalya’da. Daha sonra işte Ankara’da gitarla birlikte besteciliğim ile birlikte bu içimdeki sanat aşkı alevlendi. Daha sonra 1972 yılında Ankara televizyonunda bir yarışma daha doğrusu “Amatör Solistler Topluluklar” programı açılmıştı. Biz de, ikiliydik o zaman. Folk modası vardı, gittik prodüktör Yavuz Gökmen’di benim sesimi çok beğendi ve Ankara Radyosu’na götürdü. O zamanlar evde televizyon yok, şu yok, bu yok,  teyp yok. Kendi sesimi hiç dinlememiştim doğrusu. Ankara Radyosu’nda kendimi ilk dinlediğim zaman şaşırdım hatta “ulan benim sesim kalınmış ya” falan dedim. Rahmetli Yavuz Gökmen keşfetti ve beni Selim Atakan ile tanıştırdı. Sonraki yıllarda gazeteci ve köşe yazarı oldu. Selim Atakan ve Derya Köroğlu ile çalışmaya başladık. Benim bestelerim artı Türkü ve Türk sanat müziği modernizasyonları yapmaya başladık, Ankara’da “Poyraz Reklam Stüdyoları”nda. İlk adımlar öyle başladı ve epey sürdü. Onlarla televizyon programı yaptım, Selim’in harika düzenlemeleri ile o parasızlıkta konservatuvardan senfonik orkestra ve bale grubu derledik. Üç kuruş paramız bile yok ama bunları başardık hep birlikte. Çok anlamlı tabii o gayretler idealist çocuklardık hepimiz. Daha sonra bu dediğim aşamalar geldi sonrası plak Eurovision derken, zaten onlar Yeni türkü grubunu kurdular öyle devam ettiler. Halen de Derya devam ediyor bazen karşılaşıyoruz çok seviniyorum tabii. Ben de işte bu arada artık plak dünyası önce Diskotür (İlk plak şirketi) sonra Nino Varon, Sembol, Öncü, Yankı, Fulya, Kent , EMI ile devam etti plâk hayatım. Sonra cd’ler geldi. Ossi, Avrupa, Türküola vs. Tabii ki kendi bestelerimle bir yerlere gelmek olmak çok anlamlıydı ve bu bir aşk işi zaten. Bu işten öyle aman aman para kazanabilmiş ya da bu şöhreti paraya çevirebilmiş biri değilim ama zaten şu ana kadar yaptığım her şey gezi yazılarım, kitabım,  şarkılarım , sözlerim ve müziklerim hayata kurduğum çok önemli köprüler onlar aynı zamanda. O köprüler benim çocuk ruhumun da lunaparkları oldular. Yaşamım böylece anlam kazandı. Tabii ki düştüm kalktım, düşe kalka kendi başıma işlerimi becermeye çalıştım, asla torpil kullanmadım, hiçbir menajerim olmadı  ve zaten öyle kolay yoldan kazandığım bir şey beni asla tatmin etmez. Kendi başıma bu kadar olabildim. Şarkılarımın Uzun Soluklu Olmasına gelince; çok gönülden yaşayarak birebir yürekten yazdım, yürekten yaptım bestelerimi ve seslendirdim. Mesela rahmetli Muammer Sun beni operaya alacaktı ama ben kendi kendi şarkılarımla yola devam etmek istedim. Çünkü “dünyada nadir bulunan renklerden birinin sahibisin Operada da tam yerinde bir sesin var ama klasik ile ilgilenmezsen beni de ilgilendirmezsin” dedi haklı olarak.  Ben de o çatal çatal notalardan kaçtım, kendi şarkılarımdan birer plak yaptım. Gencim 17 yaşındayım yani hevesler oluyor o zamanlar. Kendini ispatlamaya ihtiyacın oluyor. Çünkü ailede, sülalede yok dolayısıyla benim savaşım zor oldu hakikaten”.

    Müzik Piyasasına Adım Attıktan Sonra Hayatınızda Neler Değişti? İlginç Anılarınız Olmuştur Mutlaka Biraz Bizlere Bahsedebilir misiniz?

    “Vallahi, tabii ki bu işin piyasası farklı, akademik tarafı farklı. TRT’de çıkmış ve önemli olmuş biriyim. Tabii TRT denetiminden geçmek kolay değil. Şarkılarda üç ayrı denetime giriyorduk. O nedenle açıkçası biz çok zorlanan ve çile çekmiş bir kuşağız. Gırtlak nağmesi, Türk gırtlağı yasaktı. İspanyol gırtlağı değildi. Bir dolu saçma sapan denetim kuralları vardı. Onları aşmaya çalıştık ve öyle şarkılarımızı duyurmaya çabaladık. Başka da yayın imkanımız yoktu o zaman. Özel radyolar, televizyonlar da yoktu. O anlamda yine de kendimi bunu tek başıma başarabilmiş, o uzmanların takdirini almış biri olarak şanslı görüyorum. Çünkü Denetim kurullarında Nüvit Kodallı, Ulvi Yücelen, Erol Pekcan gibi kişiler vardı. Kaldı ki ilk geçen şarkım Nida Tüfekçi TRT Müzik Dairesi Başkanı’ydı. Allıturnam adlı türküyü şan tekniğiyle söylemiştim. O denetimden geçti. Ama kendi şarkılarım geçmiyor bir türlü. Ona kızıyorum, ediyorum. Ama yine de yılmıyoruz. Böyle çok deneyimlerimiz oldu. Mesela Türk Sanat Müziği modernleştirme denemelerimiz oldu. Türk sanat müziğinden ya da Halk Müziğinden düzenleme kabul edilmiyordu. Onlar denetim almadı. Türk Halk Müziğinden keza Mehmet Erenler’le çalıştık. Ankara Poyraz Reklam Stüdyoları’nda ama denetim almadı bir türlü. Bir kerelik denetim izinleri aldık ama öyle televizyona çıkabildik. O zamanlar öyleydi. Yani iktibas maddesi vardı ve Türk müziğinden ya da halk müziğinden düzenleme yapmak izin alınıyordu TRT’den. Sonra ne hale gelindi. Her şey serbest şimdi. Dediğim gibi çileyi biz çektik ama yine yılmadık. Yani yılmadım. Ben özellikle daha mazoşistmişim demek ki diğer arkadaşlara göre. Aşk işi dedim ya bu. Öyle işte hayata böyle köprüler kurabiliyorum. Böyle anlamlandırabiliyorum. Bir de tabii içimden gelen bir enerji var. Yani beste yapıyorum, söz yazıyorum, çile çekiyorum, aşk acısı yaşıyorum. Bunlar şarkılara vesile oluyorlar. Öylece işte, bu özel radyolar, televizyonlar çıkana kadar. Yine de koşulları zorlayarak epey çok şey yaptım. Yapabildim. Bu anlamdaki bu sapıklığımı takdir ediyorum (Gülüyor). Sonrasında da işte tabii ünlü olunca gazino piyasaları yine bana ters. Çünkü ben assolistlik sistemine karşıydım. Tepemize bir kadın koyuyorlar iyi ya da kötü söylüyor. Ben halbuki Türk müziği nazariyetiyle büyüdüm ve Türk müziği eğitimimi, gırtlağımı öyle eğittim. Böyle ille de tepede kadın olacak. Siz alt kadro olacaksınız deyince ben de o zaman geceleri, Otel gece kulüplerini tercih ettim. Ankara Marmara Oteli gibi, Tarabya Oteli gibi, İstanbul, İzmir, İzmir Efes Oteli gibi. Bir de bazı kulüplerde assolist çıktım. Gazino kültürünü, piyasasını aslında o anlamda becerebildiğimi, ayak uydurabildiğimi söyleyemem . Ama bundan da memnunum. Kendimi de muhafaza edebildim. Yozlaşmadan işte belli yerlerde çıktım. Para kazanamadım ama kendimi kazandım. Mesele bu”.

    Müzik Dışında Neler Yapıyorsunuz? Anlatır Mısınız?

    “Bu sene “Bir Varmış Bir Yokmuş” isimli şarkım ile 50. Müzik yılımı kutluyorum. Ben yalnız bir savaşcıyım. Tören seven biri değilim o yüzden kendi kendime kutluyorum. Müzik dışında, ben bir gezginim aynı zamanda ve bu anlamda da iddialı olduğumu söyleyebilirim. Eczacılık hayatım ve kazandığım dostlar tabii ki hayatımın baş taçlarıdır”.

    “Düş Peşime” İsimli Kitabınızdan Bahsedebilir Misiniz?

    “Afrika’da, Kongo’da, Uganda’da yerlilerle yaşamış, Borneo’da yerlilere misafir olmuş ve 158 ülke gezmiş biriyim. O anlamda kendimi hakikaten kutluyorum. Çünkü yıllar önce yollara düşüp, o yollarda kendi hakkından gelmeye de çalışmış bir dünya vatandaşı gayretkeşiyim ben. Dediğim gibi üretmiş olduğum eserlerim ve yapmayı becerebildiğim her şey, hayata kurduğum küçük köprüler ve ölümlülüğe küçük baş kaldırılarım oldu. “Türkiye Gezginler Kulübü” onur üyesiyim. “UNESCO Dünya Mirası gezginleri”nin onur üyesi oldum. Onlarla birlikte gidilemeyen yerlere gittik, keşfettik. Oralarda gerekirse çadırlarda kaldık. Tabii ki güzel otellerde de kaldık mutlaka. O bana çok şey kazandırdı. Bu durum bana Türkiye’deki kısır döngülerin kurbanı olmamamı, Küçük hesapların kurbanı olmamamı, şöhretin esiri olmamamı sağladı. O anlamda gezginliğime çok şey borçluyum. Çünkü düşe kalka öğreniyoruz hayatı ve geçmişe baktığımda her konuda hakikaten esefle kınadığım ne hatalarım var . Herkesin yapabileceği kadar tabii ki azı ya da çoğu fark etmez. Kendimi yeniden oluşturmam gerekiyordu. O yollar benim kendi hakkımdan gelmemin de yolu oldu. Yazılarım “Hürriyet” gazetesinde yayınlandı. Sonra kendi bloğumu açtım. Sonrasında kitap geldi. Ve ben halen oğlan çocuğu gibi yaşıyorum hayatı ve büyümeden öleceğimi düşünüyorum. “Düş Peşime” İsimli kitabım da bu birikimlerin naçizane sizlere aktarımı “.

    Türkiye’deki müzik piyasası hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

    “Gerek müzik dünyası, gerek sanat dünyası. Çok acımasız bir ortam. Yani her an sizi çok beğenenler, el üstünde tutanlar olduğu gibi bir an evvel yere çarpmak isteyenler de olabiliyor. Mesleki kıskançlıkları normal görüyorum zaten ama nankör bir iş yapıyoruz biz. Bugün varsak yarın yokuz maalesef durum bu. Belli bir seviyede kalabilmek için sürekli üretebilmek çok zor bir şey. Ben bunca yıl bugüne kadar tabii ki çok ürettim bu süreçte kendi şarkılarım dışında başka arkadaşlarımın şarkılarını da seslendirdim. Bu arada başka teklifleri de değerlendirdim tango bile söyledim. Tango albümü de yaptım. Müziğin bütün merdivenlerinde dolaştım açıkçası ve buna rağmen. Tabii işin ticari piyasası çok farklı. Ben ticareti hiçbir zaman beceremedim. Zaten ticaretten anlamadığım için eczaneyi de batırdım. Dolayısıyla o konuda kendimi eksik görüyorum. Fakat bu da benim yani. Ama müziğe ve sanata gönül verdiğim için hiç pişman değilim”.

    En Sevdiğiniz İçinize En Çok Sinen Şarkınız Hangisi?

    Şarkım ya da şarkılarım mı demem lazım? Bilmiyorum ki. Hepsi benim çocuklarım gibi. İkinci plağımdaki “İstiyorum” isimli şarkımı çok beğeniyorum. Hani “Dilenci”, “Haberler”i geçelim. Onlar ünlü oldu ama “İstiyorum” Behçet Kemal Çağlar’ın şiiriydi. Onu bestelemiştim ama onu belki tekrar yapmak istiyorum. Tabii o zaman çok amatör stüdyo heyecanı var. Elim ayağım titriyor. İlk kez İstanbul’a gelmişim stüdyoya girmişim. “Kendini beğenmiş” demesinler ama “Bir Gün Beni Ararsan”, “Sitem”, “Gizli Çiçek”” Bir Varmış Bir Yokmuş”, “Anılar”, “Fırtına“ çok şarkı yaptım açıkçası. Bir de bende Attila İlhan’ın “Ayrılık Sevdaya Dahil” şiirinin çok önemli bir yeri vardır. Çünkü onun iznini alana kadar inim inim inletti beni. Şiire aşık oldum ve şiiri bestelemek istedim. Bir sürü şarkı yaptığım için şimdi ayıp etmeyeyim çocuklarıma”.

    En Sevdiğiniz Klibiniz Hangisi?

    “En iyi klibimi aslında Kemal Başbuğ çekti ama orada da ben çirkinim. Yani saçları kesmişim bilmem ne. Tabii o zaman yeni boşanmışım. Bir bunalımdayım, saçlarım dökülmüş. Sonra tekrar çıktılar ama oradaki tipimi beğenmiyorum ama en iyi klibim o bence. Kemal Başbuğ’un çektiği. Yıllar Sonra “Bir Gün Beni Ararsan” şarkısına klip çektik. Onu da beğeniyorum. Bir birkaç yıl önce de “Hoşçakal” şarkısına klip çektik Müjdat Gezen’in şiiri,  rahmetli Cem Karaca’nın eşi İlkim Karaca’nın bestesi. O da fena değil. “Düş Peşime” de var.  Bütün çatlak gezginler toplandık. Cankurtaran sokaklarında çok eğlenceli bir klip çalışması oldu o da. Şu ana kadar dört tane saydım. Tabii ki diğerlerini de beğeniyorum ama belli oranda bunlar öne çıkıyor”.

    Yeni nesil şarkıcıları nasıl buluyorsunuz? Ya da şarkıları nasıl buluyorsunuz?

    “Şimdi tabii her kuşak kendi modasını yaratır. her bir buluş kendi ürünleriyle birlikte gelir. Bizim zamanımızı telefon bile yoktu evde. Televizyon bir başladı siyah beyaz. Onun kuşağı olarak hurra böyle bir kitle geldi. Şimdi bu internet kuşağı da, Instagram’lar şunlar bunlar, sosyal medya kuşağı da farklı boyutlarda. Tabii gençler kendi modalarını yaratacaklar. kendi ilgilerine göre. Rapler vs. Tabii ki ben hepsini gayet uygun görüyorum. Tabii ki eğlenecekler kendi aralarında. Aralarında çok beğendiklerim de var. Bundan dolayı şimdi ahkam kesmek istemem. Bunlar günün modası olan şeyler ve gelip geçici şeyler. Mutlaka aralarında farklı olanlar, kalıcı olacaktır. Dediğim gibi aralarında çok sevdiğim gençler var. Bu anlamda bir eleştiri getirmek istemiyorum ama her zaman tutan bir şeyin furyası olmuştur. Her dönemde bizim dönemimizde de bizim yarattığımız ekolün istismarları da olmuştur. bu seksenlerde, doksanlarda da olmuştur. Ya da şimdiki dönemde de olmuştur. Tercihler boyut değiştirecektir ama mutlaka aralarında farklı, güzel işler olacaktır ve de var bana göre. Bizim Zamanımızda, bizde onların geçtiği yollardan geçtik, onların duyduğu heyecanı içimizde hissederek aşk ile çalıştık ve ürettik dolayısıyla ahkam kesmek istemem. Ayrıca öğrenmeye,kendini yenilemeye ve üretmeye açık olan gençleri seviyorum. Her zaman onları destekleyeceğim”.

    Konser Vermeyi En Çok Sevdiğiniz Mekan Hangisi?

    “Ben artık daha butik işler istiyorum. Son birkaç yıldır Zorlu Psm Touché’de çıkmayı bir de Büyük Kulüpte çıkmayı sevdim. Öyle butik yerlerde çıkmayı seviyorum. Daha önce tabii Efes Antik Tiyatroda, çeşitli Antik Tiyatrolarda da konserlerimiz oldu. Ama öyle büyük işler değil de, dediğim gibi butik insanların oturup daha nezih bir ortamda birer kadeh içebileceği ve akustik saundun ağırlıklı olduğu yerleri seviyorum. Ama tabii İzmir Karşıyaka’da Suat Taşer Tiyatrosu’nda da konser verdim. Orada da büyük orkestra var. Büyük orkestra olan her bir sahnede çıkmak isterim doğrusu. Öyle başladık ya Timur Selçuk’la başladık, Şerif Subaşıoğlu’yla. Onno Tunç’la, Garo Mafyan’la devam eden bir müzik hayatım var. O anlamda gerçekten şanslıyım. O yaylılara hayranım. Yani böyle arkamda yaylılar olsun değmeyin keyfime. Öyle büyük orkestra olan yerler her zaman makbulümdür”.

    Son Olarak Bu Güzel Röportajı Okuyacak Olan Sanatsal Faaliyetler Takipçilerine Söylemek İstediğiniz Bir Şeyler Var Mı ?

    “Bu güzel röportajı okuyacak olan sanatsal faaliyetler takipçilerine, öncelikle yapmak istedikleri ne varsa yürekten inanmaları ve farklı olmaları, sıradan olmamaları gerekir. İçlerinde o enerji olduğu sürece hedeflerine ulaşmak için yılmadan denemeye devam etmeleri gerekir. gelecekte evlendiklerinde hele bir de çocukları olursa, geriye dönüp baktıklarında, keşkelerin ve acabaların zihinlerini daha da önemlisi ruhlarını mutsuz etmesine müsaade etmesinler. Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.” o yüzden idealist olsunlar ideallerinin peşinden koşmaktan asla vazgeçmesinler. Ben Türkiye’nin gençlerine inanıyorum”.

    Genel Yayın Yönetmeni : Murat Karakaş

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler