More
    Ana SayfaRÖPORTAJTiyatronun İçinden: Uzay Gökhan Irmak’la Samimi Bir Sohbete Davetlisiniz

    Tiyatronun İçinden: Uzay Gökhan Irmak’la Samimi Bir Sohbete Davetlisiniz

    Bu röportajımızda konuğumuz, Sanatının her döneminde en kaliteli işlere imza atan kendisiyle barışık, mutlu ve keyifli bir kişiliğe sahip Uzay Gökhan Irmak, mütevazılığı ile kendisine hayran bırakan Uzay Gökhan Irmak, hayat felsefesini, kariyerini bizzat siz Sanatsal Faaliyetler takipçileri özel olarak yanıtladı hazırsanız başlıyoruz.

    Mesleğe Nasıl Başladınız. Hikâyeniz Nasıl Gelişti?

    “Çocukken şarkı söylemeyi çok severdim. Hatta o kadar çok söylerdim ki, evde sürekli sesimi kaydettiğim, kasetleri doldurduğum bir dönemim olmuştu. Mikrofon, en değerli oyuncağımdı diyebilirim. Bir süre sonra yerini küçük orklar ve başka dünyaların oyuncakları aldı ama sesimi kullanma hâlim hep sürdü. Evde her köşede şarkı söyler, okulda teneffüslerde dans ederdim. Ailem bu konuda biraz sınırda bir sabır gösterdi diyebilirim, çünkü ben gerçekten hiç susmazdım. Kendi çapımda “albüm” yaptığım, kapak tasarladığım, kayıtlar biriktirdiğim zamanlar oldu. Belki sahneye ilk defa çıkmamdan çok önce, sahneyi evin içinde kurmuş gibiydim. Sonra, lise yıllarıma geldiğimde sesi bir şekilde unuttuğum bir dönem başladı. Şarkı söylemek yavaş yavaş hayatımdan çıktı. Nedenini hiçbir zaman tam olarak anlayamadım. Bazen kendi kendime düşünüyorum; ne oldu da bir anda sustum diye. Ama sanırım tiyatroya duyduğum ilgi o boşluğu doldurdu. Çünkü tiyatro aslında hepsini bir araya getiren bir sanat: sesi, bedeni, duyguyu, ritmi… Kendimi o alanda daha özgür hissettim. Sonrasında konservatuvara hazırlandım. Çok değerli hocalarla tanıştığım, kendimi geliştirdiğim, dolu dolu geçen dört yılım oldu. Okul biter bitmez Devlet Tiyatrosu’na girdim. Çok kıymetli yönetmenlerle çalışma şansı yakaladım. Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği “Elektra” oyununda Orestes’i oynadım. Bu, okuldan sonraki ilk büyük deneyimlerimden biriydi ve hâlâ çok şey öğrendiğimi düşündüğüm bir süreçti. Tiyatro hep devam etti. Bu süreçte ikinci lisansımı da sinema ve televizyon alanında tamamladım. Böylece iki disiplini birlikte yürüttüm. Bir süre sonra bir davet üzerine Berlin’e gittim ve yaklaşık iki yıl orada kaldım. Hem bir tiyatroda çalıştım hem de küçük bir mikro operada yer aldım. Bu da benim için hem kişisel hem sanatsal açıdan dönüm noktalarından biriydi”.

    Sanatsal faaliyetler takipçilerine kısaca “Woerktheater” ve faaliyetlerinden bahseder misiniz?

    “Woerktheater, disiplinlerarası bir yaklaşımı merkezine alan, deneysel yapılarla çalışan bir tiyatro topluluğu. Tiyatro, dans ve sinema gibi farklı sanat alanlarını birbirine yaklaştıran bir dil arayışındayız. Bu arayışta oyuncunun fiziksel eylemlerinin performansa etkisini araştırmak, biçimsel sınırları esnetmek, kimi zaman bozmak, kimi zaman da yeniden kurmak gibi niyetlerimiz var. Özellikle performatif yapıların içinde, daha önce denenmemiş olanı araştırma cesaretiyle hareket eden bir ekibiz. Woerktheater, sahnelemenin yalnızca bir sonuç değil; bir süreç, bir araştırma ve hatta bir tür laboratuvar olduğu fikrine alan açıyor. Burada meselemiz yalnızca bir oyun üretmek değil; oyuncunun kendi bedeninden, sesinden, geçmişinden ve araştırmasından yola çıkarak yeni bir sahne dili inşa etmek. Bu nedenle de hem oyun üretim süreçlerimiz hem de yürütülen atölye çalışmalarımız, hep bu çok katmanlı yapının izini taşıyor. Yaptığımız her çalışma, bir öncekinin devamı ya da yeniden düşünülmüş hâli gibi. O yüzden de bizim için süreklilik çok önemli. Sadece “ne anlatıyoruz” değil, “nasıl anlatıyoruz” sorusu da çalışmalarımızın merkezinde. Ve bu “nasıl” meselesi, klasik anlamda bir biçim arayışının ötesinde, oyuncunun sahnede kendine dair neyi fark ettiğiyle de ilgili”.

    Neden Tiyatro?

    “Sanırım bir tür ifade alanı arayışıyla başladı her şey. Kendimi başka türlü anlatabilmenin yollarını düşünürken, bedenin, sesin, sessizliğin ya da bir bakışın da söz kadar güçlü olabileceğini fark ettiğim bir yerde buldum tiyatroyu. İlk başta yalnızca bir sahne değil, bir alan, bir boşluk, bir olasılıklar mekânı gibi geliyordu bana. Sonra o boşluk dolmaya başladı; metinlerle, diğer bedenlerle, seslerle, duygularla. Ve o boşluğun içinde kurduğum her cümle, yalnızca bana değil, bir başkasına da değmeye başladı. Sanırım bu yüzden… Tiyatro sanatı birçok disiplini bir arada barındırıyor ve tam da bu nedenle hem bütüncül hem de sınırları esnetebilen bir yapı sunuyor. Bir yazarın derdini anlamaya çalışmak, onun niyetine yaklaşmak, sonra bu derdi kendi içinden geçirerek seyirciyle paylaşmak… Bu, yalnızca bir meslek değil; aynı zamanda etik bir sorumluluk, sanatsal bir çevirmenlik hali gibi. Çünkü burada mesele sadece metni okumak değil, yazarın sesini, suskunluğunu, çığlığını da duymak. Ve bunu yaparken kendine dürüst kalabilmek, sahicilikten vazgeçmemek. Al Pacino’nun dediği gibi, “Tiyatro yaparken hayatla bağlantımın yeniden kurulduğunu hissediyorum.” Bu cümle, tiyatronun yalnızca bir sahne deneyimi değil, aynı zamanda yaşamakla doğrudan ilişkili bir eylem olduğunu hatırlatıyor bana. En çok da bu alanda kendimi özgür hissedebildiğim için tiyatrodayım. Özgürlük, burada yalnızca sınırların olmayışı değil; o sınırlarla temas ederken, onları fark ederken hâlâ var olabilmenin, anlatabilmenin verdiği bir özgürlük. Tiyatroda kendi sesimi ararken, başkalarının sesine de alan açabiliyorum. Belki de bu yüzden hiç başka bir sanat alanı beni bu kadar derin bir bağla içine çekmedi”.

    Sanat Anlamında Dünyadaki Diğer Ülkelere Kıyasla Ne Durumdayız?

    “Sanatın herhangi bir alanında kesin karşılaştırmalar yapabilmek zor. Çünkü sanat, içinde bulunduğu toplumsal, siyasal, ekonomik koşullarla birlikte şekillenen çok katmanlı bir yapı. Ancak yine de şunu söylemek mümkün: Bu coğrafyada sanat yapıyor olmak, aynı zamanda bir tür tanıklık, direnç ve varoluş biçimi halini alıyor. Yani sadece estetik bir tercih değil; hayatta kalmakla, kendini anlatmakla, başkalarıyla bağ kurmakla ilgili bir ihtiyaç. Sanatçılar olarak yaşadığımız ülkenin gerçeklikleriyle doğrudan ilişkideyiz. Bu gerçeklik kimi zaman bir baskıya, kimi zaman bir zorunluluğa dönüşse de, aynı zamanda üretimin tetikleyici gücü de oluyor. Bu yüzden, bu topraklarda sanat yapmamak çoğu zaman bir lüks değil; aksine, imkânsız. Çünkü anlatılacak çok şey, duyulmayı bekleyen çok ses var. Bu da beraberinde çok yönlü, derinlikli ve yer yer politik olarak da güçlü işler getiriyor. Sinema-televizyon okurken bir hocam Türk sineması için şöyle derdi: “Türk sineması, doğumu yaklaşmak üzere olan bir kadın gibidir.” Bu benzetmeyi duyduğumda, yıllar önce, içimde bir yerlerde çok karşılık bulmuştu. Üzerinden yaklaşık on beş yıl geçti. Şimdi geriye dönüp baktığımda, artık o bebeğin doğduğunu görebiliyorum. Elbette hâlâ büyüyor, yürümeye, konuşmaya çalışıyor ama artık doğmuş bir sinemadan bahsediyoruz. Özellikle son yıllarda uluslararası festivallerde elde edilen başarılar, anlatı çeşitliliğinin artması, bağımsız sinemanın daha görünür hale gelmesi bu gelişimin somut göstergeleri. Bu noktada, dijitalleşmenin ve bilgiye erişimin kolaylaşmasının da önemli etkileri var. Eskiden ulaşılması çok zor olan filmlere, kaynaklara, söyleşilere artık birkaç tıkla ulaşmak mümkün. Bu da özellikle genç sanatçılar için ciddi bir avantaj sağlıyor. Daha çok izlemek, daha çok okumak, dünyayı farklı perspektiflerden görmek, hem düşünsel hem estetik anlamda üretimi zenginleştiriyor. Ama ne olursa olsun, hâlâ koşullar zor. Hâlâ birçok şeyin “imkânsız” sayıldığı bir sistemin içindeyiz. Fakat belki de tam da bu yüzden üretmeye devam ediyoruz. Çünkü susmak, çoğu zaman daha ağır bir yük oluyor. Anlatmak, var olmakla eşdeğer hale geliyor. Bu da bizi başka ülkelerdeki sanatçılardan ayıran temel farklardan biri olabilir”.

    Türkiye’de Oyunculuk Yapmak İle Yurt Dışında Oyunculuk Yapmak Arasında Bir Fark Görüyor Musunuz?

    “Elbette, farklılıklar var. En basitinden, sektörün işleyişi, prodüksiyon şartları, oyuncuya verilen alan ve zaman kavramı oldukça değişiyor. Yurt dışında daha planlı, daha uzun soluklu çalışmalar mümkün olabiliyor. Oyuncuya güvenin ve sürece duyulan saygının daha fazla olduğunu hissettim. Türkiye’de ise bu alan çoğu zaman çok daha hızlı bir üretim temposuyla ilerliyor. Bu durum hem avantaj hem dezavantaj yaratabiliyor. Yurtdışı deyince aslında pek çok ülkeyi içine alan geniş bir alanı düşünmek gerekiyor; dolayısıyla her ülkenin tiyatroya ya da oyunculuğa dair bakışı, sektörel yapılanması, meslek disiplinleri oldukça farklılık gösterebiliyor. Ben Almanya’da oyunculuk yapma imkânı buldum. Bu deneyimim sırasında beni en çok etkileyen şeylerden biri, tiyatronun bir ekip işi olduğunun orada gerçekten içselleştirilmiş olmasıydı. Herkesin görev tanımını çok iyi bildiği, kendi sorumluluğunu ciddiyetle yerine getirdiği bir ortamda sürecin daha sağlıklı ilerlediğini görmek hem şaşırtıcı hem de öğreticiydi. Ayrıca iş arkadaşlarımın neredeyse tüm dünya tiyatrosunu yakından takip ediyor olması, farklı sahne disiplinlerine, farklı ülke estetiklerine hâkimiyetleri beni oldukça etkiledi. Bu kültürel açıklık ve merak, sadece entelektüel bir birikim değil, aynı zamanda birlikte yaratma sürecini de besleyen çok güçlü bir unsurdu. Bunun kişisel gelişimime katkısı büyük oldu. Ve en önemlisi, sosyal statüye, dış görünüşe ya da benzeri ölçütlere değil de, tamamen işine gösterdiğin özen ve çalışmana duyulan saygı üzerinden değerlendirilmek; hiyerarşinin yerini kolektif bir sorumluluğun aldığı bir düzende çalışmak, kendini çok daha özgür ve güvende hissettiren bir şey. Bu, kişisel ifade alanını genişleten ve sanatçıyı özne olarak tanıyan bir yapı sunuyordu. Bence bu fark, sadece oyunculuğa dair değil, sanatın tüm alanlarında daha eşitlikçi bir üretim ortamının mümkün olduğunu gösteren kıymetli bir örnekti”.

    İyi Bir Oyuncu Olmanın Kriterleri Nelerdir?

    “İyi bir oyuncu, öncelikle etkileyici olandır. Çünkü oyunculuk bir etkileme sanatıdır. Ne kadar etkileyiciysen, o kadar oyuncusundur. Bu yüzden “iyi oyuncu” kavramı bana kariyerimin bu döneminde biraz tuhaf geliyor. Sahnedeki samimiyet ve etki bence her şeyden önce geliyor. Çünkü her ne kadar farklı karakterleri oynuyor olsak da, sahnede atan kalp, oyuncunun kendi kalbi. O yüzden ben etkileyici ve samimi olanla ilgileniyorum. Bununla birlikte, başarılı bir oyuncu olmanın bazı somut gereklilikleri var elbette. Çünkü bu meslek, enstrümanı beden ve ses olan bir alan. Bu nedenle bu enstrümana iyi bakmak, çok çalışmak, çok okumak, disiplini elden bırakmamak önemli. Kalbin ne kadar berraksa, içtenliğin ve niyetin ne kadar netse, bu sahneye de kameraya da seyirciye de yansıyor ve samimiyeti oluşturuyor. Bu da o anlatının, o performansın etkileyiciliğini kat kat artırıyor. Sonuç olarak özetle söyleyebilirim ki, bir seyirci olarak iyi ya da kötü değil; samimi olandan etkileniyorum”.

    Hobileriniz ve fobileriniz nelerdir?

    “Doğayı çok seviyorum. Çiçeklerle, ağaçlarla, toprakla ve hayvanlarla ilgilenmek beni hayatta en çok besleyen şeylerden biri. Onlarla temas halinde olmak, büyümelerine eşlik etmek bana iyi geliyor. Okumak, yürüyüşe çıkmak ve yüzmek… Belki kulağa biraz klişe gelecek ama hâlâ en çok keyif aldığım şeyler arasında. Hobilerimin zaman zaman hayatın dönemlerine göre değiştiğini fark ediyorum. Fobilerim yok. En azından şu an farkında olduğum bir fobim yok diyebilirim. Bu da hayatımın bazı dönemlerine göre değişiklik gösterebiliyor. Bazen fobim sandığım şey, bir bakmışım hobim olmuş! :))”.

    Güne başlamanın en güzel yolu nedir sizin için?

    “Açıkçası güne başlamanın tek bir yolu olduğunu düşünmüyorum. O anki ruh halime ve güne göre değişebiliyor. Eğer bir programım ya da provam yoksa, genelde sabahlarım şöyle geçiyor gibi: Uyandıktan sonraki ilk bir saat, günün ritmini belirliyor benim için. O zamanı sakin geçirmeye çalışıyorum. Gözümü açtıktan sonra ilk temasım genellikle kedimle oluyor. Onun yanımda olması, sabahı daha yumuşak bir hale getiriyor. Acele etmeden, sessizce hareket etmek, günün nasıl geçeceğine dair bir ipucu veriyor gibi. Eğer bu ritmi yakalayabilirsem, gün boyunca daha dengede hissediyorum”.

    Tiyatronun Hayatınızdaki Yeri Nedir?

    “Tiyatro hayatımda önemli bir yere sahip olsa da, her meslek gibi oyunculuğun da bir meslek olduğunu unutmamak gerektiğine inanıyorum. İçinde tutkularımı ve dürtülerimi barındırıyor, beni ayakta tutuyor; ancak psikolojik olarak dengede kalmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda, tiyatroyu hayatımın merkezine fazla yüklenmeden, daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde yaklaşmayı tercih ediyorum. Sevdiğim bu işe, emek verdiğim bu alana karşı saygımı koruyarak, hem tutkumu hem de kendi dengemi gözetmek benim için öncelikli hale geldi. Tiyatro, disiplin ve yoğun emek gerektiren bir alan; bu bilinçle ona yaklaşmak, uzun vadede daha verimli ve anlamlı bir yol sunuyor. Böylece tiyatro hayatımda büyük bir yer kaplarken, sevgi ve saygıyla sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışıyorum”.

    “İstanbul Efendisi Müzikali” Projesine Nasıl Dahil Oldunuz. Yönetmen Engin Alkan İle Çalışmak Nasıl Bir Duygu?

    ““İstanbul Efendisi Müzikali” projesine katılmam, seçmelerin sonlarına doğru, aslında biraz son dakika haberdar olduğum bir süreçti. Seçmeler başlı başına adeta bir atölye gibiydi ve oldukça uzun sürdü. Uzun emek, sabır ve yoğun uğraşın ardından oyunun provaları başladı. Yıllar önce, 2012 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen Vişne Bahçesi oyununda gönüllü asistan olarak çalışma imkânı elde etmiştim; o dönemden Engin Alkan’ın disiplinine ve sahne anlayışına tanıklık etmiştim. Bu yüzden onunla oyuncu olarak çalışmak benim için çok daha heyecan verici ve değerli bir deneyim oldu. Engin Alkan’ın sabrı, oyuncularıyla birebir ilgilenmesi, sanata bakış açısı ve tiyatroya, metne, özellikle de yazara yaklaşımı benim için çok öğreticiydi. Yazarı ve dönemi adeta bir röntgenci gibi kavradığını düşünüyorum. Ayrıca uzun zamandır hayalini kurduğum bir müzikalde, özellikle Engin Alkan’ın yönetmiş olduğu bir müzikalde yer almak benim için büyük bir şans oldu. Bu deneyimi bize sunduğu için Engin Alkan’a teşekkür ederim. Onunla çalışmak benim için gerçekten özel bir süreçti; her prova neredeyse ikinci bir konservatuar gibiydi”.

    Hayatta Hala Yapmayı Hayal Ettiğiniz Şeyler Neler?

    “İnsanın hayal kurduğu ve umut beslediği sürece yaşam enerjisini ve yaşama sevincini canlı tuttuğunu düşünüyorum. Hayaller, sadece ulaşılması gereken uzak hedefler değil; aynı zamanda hayata anlam ve motivasyon katan, varoluşu destekleyen güçlü dinamiklerdir. Hayatta yapmayı hayal ettiğim pek çok şey var. Farklı tiyatro türlerinde ve farklı coğrafyalarda çalışma arzusu taşıyorum. Ayrıca, farklı kültürleri deneyimlemek, yeni insanlarla tanışmak ve çeşitli sanat dallarını keşfetmek de önemli hayallerim arasında yer alıyor. Uzun süredir üzerinde çalıştığım ve yazıp yöneteceğim bir oyun projesi var. En yakın zamanda hayalini kurduğum bu projenin gerçekleşecek olması bana büyük bir heyecan veriyor. Her şeyin zor olduğu bu dünyada, sahneyle kalmak, kendini ifade etmekte zorlananlara belki de farklı bir bakış açısı katmak çok kıymetli. İzlemeye, okumaya ve yazmaya devam edin. Sanatın içindeki bu yolculuk, kendimizi ve çevremizi anlamamıza, özgürleşmemize yardımcı olur. Kendi yolculuğunda ilerleyen herkesin mutlaka bir ışığı vardır; önemli olan bu ışığı görmek ve beslemektir. Tiyatro hayatımda sadece bir meslek değil, aynı zamanda kendimi keşfetme ve insanlarla gerçek bağlar kurma biçimidir. Sahneye çıktığım her an, bu yolculuğun beni biraz daha derinleştirdiğini hissediyorum. Tiyatronun doğasında sürekli gelişim ve öğrenme vardır; bu sürece odaklanmak, her anı keşfetmek benim için büyük anlam taşıyor. Çünkü bu işin özü, hedeflerden çok yolda olmaktır”.

    Son Olarak Bu Güzel Röportajı Okuyacak Olan Sanatsal Faaliyetler Takipçilerine Söylemek İstediğiniz Bir Şeyler Var Mı?

    “Her şeyin zor olduğu bu dünyada, sahneyle kalmak, kendini ifade etmekte zorlananlara belki de farklı bir bakış açısı katmak çok kıymetli. İzlemeye, okumaya ve yazmaya devam edin. Sanatın içindeki bu yolculuk, kendimizi ve çevremizi anlamamıza, özgürleşmemize yardımcı olur. Kendi yolculuğunda ilerleyen herkesin mutlaka bir ışığı vardır; önemli olan bu ışığı görmek ve beslemektir. Tiyatro hayatımda sadece bir meslek değil, aynı zamanda kendimi keşfetme ve insanlarla gerçek bağlar kurma biçimidir. Sahneye çıktığım her an, bu yolculuğun beni biraz daha derinleştirdiğini hissediyorum. Tiyatronun doğasında sürekli gelişim ve öğrenme vardır; bu sürece odaklanmak, her anı keşfetmek benim için büyük anlam taşıyor. Çünkü bu işin özü, hedeflerden çok yolda olmaktır. Sanatsal Faaliyetleri takip eden herkese cesur olmalarını, deneyimlemekten ve üretmekten vazgeçmemelerini öneririm. Çünkü sanat, hem bireysel hem toplumsal dönüşümün güçlü bir aracıdır. Beni dinlediğiniz ve bu samimi sohbeti gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederim. Tiyatroyla kalın!”.

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler