“Aslında kendileri ile henüz birebir yüz yüze sohbetim olmadı bu saydığım ve sayacağım büyük isimler ile ancak. Sanatsal anlamda kendisi ilk tanışmamın çocukluğumda izlediğim Donald Duck olduğunu otuzlu yaşlarımda öğrendim. Yani bu güzel filmde izlerken sadece oyunculuğunu izlemiştim. Kendisinin ben çocukken en sevdiğim çizgi karakteri seslendirdiğinden habersiz. Ve ayrıca kendisine sadece oyuncu dersem sanırım bana gücenir çünkü on parmağında on marifet. Sinema, Tiyatro ve Dublaj alanlarında çeşitli ödüller kazanmış birisi “Ağır Roman” da da izleme şansı buldum. Fakat bu filmde bir başka keyif veriyor.” Evet pandemi de “Gemide” filminin eleştirisini yaparken henüz birebir yüz yüze sohbetim olmadı demiştim yazın sıcak günlerinden birinde değer verdiğim menajer dostum Elshad Hakverdi ile röportajı gerçekleştireceğimiz mekana doğru yol aldık. Yoğun çalışma programına rağmen bizi kırmayan ve tüm enerjisini, iç huzurunu ve pozitifliğini bizimle candan bir şekilde paylaşmaktan çekinmeyen Sinema, Tiyatro ve Dublaj alanlarında çeşitli ödüller kazanmış sanat anlamında bulunduğu her işi hakkıyla yerine getiren Naci Taşdöğen ile buluştuk. Kendisini en doğal şekilde ifade ettiği bir sohbete başladık. Sizlere de yaptığımız röportajı okumak kaldı. Hazırsanız başlıyoruz.
Sanatsal Faaliyetler Takipçilerine Kısaca Kendinizden Sanat Hayatınızın Nasıl Başladığından Bahseder Misiniz ?
“1970 İstanbul Bakırköy doğumluyum. İlk, Orta Okul ve Lise bitince . 1988’de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümünden 1992’de mezun oldum. 1994 yılında Askere gittim geldim .1995 1996 sezonunda Şehir tiyatrolarına başladım hala Şehir tiyatrolarında kadrolu sanatçı olarak devam ediyorum. Sanat hayatım nasıl başladı? Orta birinci sınıf da Türk Ticaret Bankası Keloğlan Çocuk Tiyatrosu Üstün Asutay Allah rahmet eylesin. .Babamız gibi sevdiğimiz gibi bir adamdı. O bizi bünyesine aldı. Küçük Hakan adlı oyunla benim Profesyonelliğim başlamış oldu. Üç sezon “Dağ Denize Kavuştu”, “Oduncunun Çocukları” olmak üzere üç farklı oyunla devam etti. Aldığım ilk profesyonel maaşım Babam tarafından çerçevelendi ve duvara asıldı. O çerçeve duvara asılmış halde hala durmakta. Sonra liseye devam ettiğim dönem İstanbul İnşaat Teknik Yapı Meslek Lisesi Mimarlık, İç Mimarlık, Dekarosyon Statik Bölümü tekniker dört yıl okudum. O esnada Güvenç Kıraç benim sınıf arkadaşımdı Lisede Tiyatro kolunda iki oyunda birlikte oynadık. Ahmet Muhip Dıranas’ın “Çıkmaz” adlı oyununda birlikteydik ve “Cengizhan’ın Bisikleti” ile Liseler arası yarışmalarda ikinci olmuştuk. Sonra Güvenç Kıraç ile birlikte bizdeki Tiyatro aşkı çok yoğun olduğu için Lisede derslerimiz ağır olduğundan dolayı küçük küçük dublajlara başladık. Ve daha sonra Ahmet Uğurlu Tiyatrosu’nda başladık. Necef Uğurlu hanımefendiyle de o zaman Star 1 (Magic Box). “Melek Karım” isimli televizyon dizisi ile ilk olarak Televizyon izleyisinin karşısına çıkmış olduk. Çok güzel diziydi. Nevra Serezli, Engin Şankan, Toron Karacaoğlu, Güven Kıraç, Tuna Orhan, Gamze Gözalan, Altan Karındaş, Pelinsu Pir gibi değerli isimler ile müthiş bir diziyle profesyonel hayata başladık. O devam ederken bir yandan Tiyatroya ve Dublajlara devam ettik. Ve artık ardı arkası kesilmeyen büyük emeklerle Sanatsal faaliyetlerimiz içerisine girmiş olduk. Sonra devlet Tiyatrosuna girdim .Devlet Tiyatrosunda dört yıl oynadım. Anlayacağınız Hem okudum, hem dublaj yaptım, hem de dizide oynadım. Daha sonrasında bildiğiniz gibi Mustafa Altıoklar, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim gibi çok ünlü özel yönetmenler ile tanıştım. Ağır Roman, Gemide gibi şu anda her biri kült olmuş Sinema filmleri ile Beyaz Perdeye de merhaba demiş oldum . Ondan sonra Dizilerin ve Sinema filmlerinin ardı arkası kesilmedi. En son “Emret Komutanım“ dizisinde canlandırdığım Ahmet Başçavuş karakteri ile gönüllere taht kurdum. Herkes tarafından komutanım diye çağırılmaya başlandım. Güzel bir şey tabi şu an dediğim gibi sanat hayatıma devam ediyorum. Şehir Tiyatrolarında yirmi dokuzuncu senem orada da birinci kademe Devlet memuru olarak görevime devam ediyorum. Hayat böyle devam ediyor.”
Ülkemizde Sanata Ve Sanatçıya Verilen Önem Hakkında Düşünceleriniz Nelerdir?
“Ülkemizde sanatı seven çok kesim var. Sanatı sevmeyen demeyelim de geçim sıkıntısı içerisinde olan bir çok insanında Sanata ayıracağı vakit olmadığından sanatla ilgilenemediği için. Sanattan uzakta kalan kesimler var diyelim. Bu insanları sanata davet etmek yani bir Sinema filmi yada Tiyatro izletebilmek için elimizden ne geliyorsa onu yapıyoruz. Ücret almadan davetler ediyoruz. Gelin izleyin. Tiyatroyla tanışın, Tiyatroyu görün, Sinemayı görün diyoruz. Sadece Televizyona bağlı kalmayın. Artık insanlar da sadece televizyonda izledikleri şeylerle bir bilgi sahibi olmaya çalışıyorlar. Bu da çok yanlış biz insanları kitap okumaya, gazete okumaya, dergi okumaya. İnternetten sosyal medyadan uzaklaşıp gerçeklerle tanışmaları adına Tiyatroya, Sinemaya davet ediyoruz geliyorlar, izliyorlar. Bizimle birlikte izleyen “Aaa ! bak ne kadar güzelmiş bilseydik daha önce gelirdik. Biletler çok pahalı veremiyoruz, gelemiyoruz. Kusurumuza bakmayın Naci bey” Diyorlar. Devlet Tiyatrosunda, Şehir Tiyatrolarında biletlerin 10 TL, 12 TL, 14 TL olduğu bilmiyorlar . Gerçi bu sene pahalanmış olabilir 15 TL, 18 TL, 20 TL olabilir ama bunu bilmiyorlar. “Gerçekten mi ben bu oyunlara gelirim ben bu oyunları izlerim”. diyorlar. Bu da tabi biraz basının, yayının, halkla ilişkilerin ve Tiyatroların. İnsanlara tanıtılması, insanların bilgilendirilmesi konusunda ki çalışmalarının daha güçlü olmasını ön planına çıkartıyor. Tamam internet siteleri var ama herkesin evinde internet yok, herkesin evinde internet bağlanacak bir telefon yok . Ya da bir Masa üstü bilgisayar, lap top yok evinde. İnternet yok. İnsanlara ulaşmak için Televizyon reklamlarının yoğun olması gerekiyor. Dolayısıyla Ülkemizin Sanata Sanatçıya bakış açıları şu, sadece Televizyonda gördükleri insanları seviyorsa eğer kralsın sen ama sevmiyorsa. “Ne gideceğim aman bırak Allah aşkına”. Dediklerine ben çok şahit oldum. Yani kısaca şunu söylemek gerekirse insanları sanata, sanatçıya sevdirmek. Yapımcıların ve yönetmenlerin, Tiyatro yönetmenlerinin elinde. Güzel, sağlam, ahlakımıza uygun, Türk örf adetlerimizi uygulayan, güzel oyunlar, güzel projeler çıkartmalarıyla üst düzeye ulaşabileceğine inanıyorum.”
Oyunculuk Hayatınızın Merkezi Mi Yoksa Mesleğiniz Mi Nasıl Bakıyorsunuz Oyunculuğa?
Oyunculuk bambaşka bir şey. Bir oyuncunun oyunculukta hayal gücünün, yeteneğinin, gözlemlerinin ve duygularının çok önemli olduğu gerçeğini kabullenmesi gerekiyor. Reklam, Dizi, Sinema benim için para demek. Ama Tiyatro dediğiniz zaman Tiyatro benim yaşam biçimim vazgeçilmezim. Hani derler ya öleceksem sahnede öleyim. O sevgiye sahibim. Allah hiç kimseyi oynayanı da, oynamayanı da, seveni de, sevmeyeni de, izleyeni de, izlemeyeni de Tiyatrodan mahrum bırakmasın diyorum. İnsanları Konservatuarlı, alaylı şeklinde ikiye ayırmaya çalışanlarda var. Bu çok yanlış bir şey. Ben nice Konservatuar eğitimi almamış alaylı oyuncuları görüyorum. Eğitim almış, eğitimini daha üst düzeyde tamamlamış Olanlardan çok yetenekli olduklarını da görüyorum. Herşeyden önce insan sevdiği işi yapmalı. Yani tamam buna maddi olarak bakabilirsin ama. Başarının gelmesi için önce insanın yaptığı işi sevmesi gerekiyor. Oyunculuk böyle bir şey. Eğer oyunculuğu sevmiyorsan sadece para olarak bakıyorsan başarılı olamazsın. Ağzınla kuş tutsan. Ağzını bırak başka yerinle de tutsan mümkün değil olmaz yapamazsın. Dolayısıyla çok sevmek gerekiyor. Yetenek gerekiyor. Ben bu başarıyı eğer başarılı olabildimse, insanlar beni gerçekten sevdiyse ki seviyorlar görüyorum. Bunun sebebi mesleğimi çok sevmemdir. Aynı zaman da insanlara saygı duymayı bildiğim için taktir görüyorum. Ben senden daha iyi oyuncuyum, sen benden daha iyi oyuncusun yada o çok daha iyi. Böyle bir ayrımı biz yapamayız. Böyle bir şey yok kötüyse yada belli bir yere kadarsa eğer benimle karşılıklı oynuyorsa ben o kişiyi yükseltmek için elimden gelen her şeyi yaparım. Onu ezmem bizde bütün oyuncularda böyle olmalı. Herkes bir birine destek olmalı. Proje o zaman anlamlanır. O zaman daha güzel bir iş ortaya çıkar. Çünkü başarı paylaşılmalı başarısız bir kişin kalmamalı.
Sanat Anlamında Pek Çok Alanda Başarı İle Karşımıza Çıkıyorsunuz. Oyunculuk ,Seslendirme v.b Bunların İçinde En Keyif Aldığınız İş Hangisi Ya da Hepsi mi Keyif Veriyor?
“Ben bir kere eğlenceli kişiliğe sahibim. Dram da oynasak, aksiyon da oynasak, komedi de oynasak. Kamera arkasında hep neşeliyimdir. Ben projeme sahip çıkan bir adamım. Dizi, Sinema filmi yada Dublaj hiç fark etmez imzayı attıktan sonra o proje bana aittir. Çünkü ben başarı olduğum zaman. Ben konuşulacağım, başarısız olduğum zaman yine ben konuşulacağım. Dolayısıyla onu eğlenceli hale getirmek için elimden ne geliyorsa onu yaparım. Sahtekarlık değil içten gelen bir samimiyetle bunları yaparım. En keyif aldığım iş hangisi ? hepsinden de çok keyif alıyorum. Ben Tiyatroda da keyif alıyorum. Sahne üzerinde de, kamera karşısında da, Dublaj yaparken de çok keyif alıyorum. Bazen öyle proje geliyor ki “Donald Duck” çizgi film karakteri gülmekten kayıt alamıyorum mesela. Mesela normalde baktığın zaman dublaj üç dakika sürüyor ve bitiyor. Ama gülmekten yapamıyoruz üç dakikalık dublaj üç saate çıkıyor. Bazende dram sahnesi çekiyoruz fakat o dram sahnesinde ağlarken ben öyle bir espri yapıyorum ki. Ağlayalım mı ? gülelim mi bilemiyoruz. Tabi baştan çekiliyor ciddi bir şekilde oynuyoruz. Yani keyif almak yada hangisinin daha keyifli olabileceği görmek tamamen senin elinde çünkü sen yaptığın işi ne kadar keyifli yaparsan o kadar keyifli alırsın. Dediğim gibi karşındaki insana, yaptığın işe her zaman saygı duyacaksın ve seveceksin. Hangi projede keyif aldığımı söylemem gerekirse. “Emret Komutanım” da, “Lise Defteri” dizisinde, “O Şimdi Asker” filmini çekerken inanılmaz keyif aldım. İşte geçen gün galasına gittiğim. “Külahıma Anlat” Sinema filminden keyif aldım. Kastamonu’da, İstanbul’da çektiğimiz apayrı komedi aksiyon filmleri, dram filmleri var. Şimdi yeni bir projeye gideceğim. Kadro çok iyi, hikaye çok iyi. Yani şimdiden çok keyif almaya başladım. Yani sen ne kadar çok seversen ve saygı duyarsan o kadar keyif alırsın”.
Oyunculuğun Misyonunun Ne Olduğunu Düşünüyorsunuz?
“Oyunculuğun misyonu. Toplumu aydınlatmaktır. Aslında biz birer aracıyız neden aracıyız? Çünkü yapılan projenin vermiş olduğu mesajlar neyse bizler o mesajları iletiyoruz insanlara. Ondan ders çıkartmak, o mesajı doğru almak, uygulayabilmek yada mesajı alıp almamak . Tamamen insanlara kalmış. Ama bizim gerçekten misyonumuz insanların kültür anlamında genişlemesini, ahlaki yönde düzgün bir seviyeye gelmesini, bir birlerine saygı duymalarını, güvene bilmelerini, ilişkilerini çıkar gözetmeksizin fedakarlık içerisinde yürütmelerini, beraber yola çıkarak birlikte yollarını bitirmelerini ve buna benzer bir sürü mesajları vermek. Esas görevi bu olmalı bir oyuncunun. Ben yer aldığım projelerde Sahnede, çektiğim Dizilerde, Sinema filmlerinde, yaptığım röportajlarda, katıldığım canlı yada cansız televizyon programlarında hep bunun altını çizdim. Bir sanatçının misyonu budur. Yani bana göre hayatın güzelliklerini yaşamayı, kötü olan şeyleri bile güçlü bir şekilde karşılayıp hayata olan inancılarını ve güvenlerini kaybetmemelerini öğretebilen, gösterebilen kişi oyuncu demektir. Ben bu yolda yürüdüğümü düşünüyorum. Ve en önemlisi yer aldığım projelerde verilmek istenen mesajlar neyse ben onlara biraz daha doğaçlama bir şeyler katıp insanlara sunmaya çalışıyorum. Görevim bu. Oyuncunun görevi bu olmalı zaten”.
Pek Çok Projelerde Rol Aldınız Bunların İçinde Bu Projelerde Biriktirdiğiniz Anılarınız Vardır Rica Etsek Bir Tanesini Anlatabilir Misiniz ?
“Anı elbette çok var. Allah rahmet eylesin. Kartal Tibet çok müthiş adamdır. Yani karakteriyle, çalışkanlığıyla, disipliniyle muhteşem bir adamdır. Saygı ve sevgiyle anıyoruz. “Emret Komutanım” dizisinde bir sahne çekiyoruz. İşte yardımcı oyuncularımız ajans gelmiş yetmiş asker dizilmiş. Kartal Tibet’in gözü çok iyi görmediğinden monitöre bakmak için etrafını siyah bir perdeyle çevirmişti. Onun altına girer, oradan bakar, oradan talimat verir. elleride dışarıda olurdu. Beni gördü “Evet başlıyor muyuz?” dedi. “Hazırız hocam başlıyoruz” dedim. “Naci’ciğim bir az sağına” sağıma geçtim. “Naci’ciğim bir az daha sağına” biraz daha geçtim. “Sen bu sahnede yoksun çık”. “Hocam nasıl bu sahnede yokum? Baş rolü benim bir buçuk sayfa da konuşmam var”. “Hadi ya öyle söylesene. Birazcık soluna. Birazcık daha soluna. Olmuyor. yetmiş asker var bunu nasıl sığdırayım? Göreceksin sığdıracağım” dedi ve o sahneyi çekti. Çok güzeldi birkaç tane daha var ama şimdi net olarak hatırlamıyorum. Ama Kartal Tibet ile inanılmaz güzel şeyler yaşadık. Aklıma şuan gelmiyor. Bazı arkadaşlar sinema filmlerinde ve skeçlerinde kullanmışlar onu da gördüm”.
Son Olarak Bu Güzel Röportajı Okuyacak Olan Sanatsal Faaliyetler Takipçilerine Söylemek İstediğiniz Bir Şeyler Var Mı?
“Bol bol film izlesinler. Üç tane sinema filmim var. Şu an bir tanesi vizyona girdi “Külahıma Anlat”. Yakın zamanda diğer ikisi de vizyona girecek. Takip edin. Ben sosyal medya kullanmıyorum. Altı kere instagramımı çaldılar altısını da geri aldım. Dört kere Facebook hesabımı çaldılar Dördünü de geri aldım. Üç sefer Twitter hesabımı çaldılar onları da geri aldım. Şu an hepsini kapattım. Hiçbir şekilde kullanmıyorum. Savcılara ifade verdim. Bundan sonra yapılan paylaşımlar benim bilgim dışındadır diye. Dolayısıyla beni takip etmek isterseniz. internette Naci Taşdöğen yazdığınızda Tiyatro, Sinema, Dizi bilgilerim. You tube’ta yaptığım röportajlar. Geçen Canlı yayına gittim Atv’ye iki tane türkü söyledim çok hoşlarına gitti. bayağı ilgi görmüş. Yani bunlar çekildiği zaman internete koyuluyor. Oradan takip edebilirler”.
Bize bu röportaj imkânını sağladığı huzurunuzda için cana yakın yaklaşımından dolayı Naci Taşdöğen’e teşekkür ederiz.
Genel Yayın Yönetmeni :Murat Karakaş