Dün akşam Ülkemizi, Güney Kore’de, Daejeon Uluslararası Tiyatro Festivali’nin ana tablosuna davet edilen ilk Türk tiyatrosu olarak gururla temsil eden Tiyatro Keyfi tarafından, uluslararası yönetmen Kemal Başar rejisiyle sahnelenen Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi yıllarından ve cezaevinde yazdığı şiirlerden yola çıkan “Yatıyorum Demirli Bir Şilep Gibi Bursa’da” Tiyatro oyununu Tabii ki önce kendim kültürüme katkı için, sonra siz sanatsal faaliyetler takipçileri için İstanbul Oda Tiyatrosu’nda izleme fırsatı buldum.

Nazım Hikmet’in şairlikteki en verimli zamanı olarak bilinen Bursa Cezaevi yıllarında yazdığı şiirlerinden oluşan tiyatro eserini, tiyatro için emeği tartışılmaz ünlü sanatçı Hakkı Ergök sahneye uyarlayarak yeniden kaleme aldığı, yurt dışında bizi temsil eden uluslararası yönetmen Kemal Başar’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve Hakkı Ergök’ün bireysel performansı ile anlam kazandırdığı bir tiyatro oyunu “Yatıyorum Demirli Bir Şilep Gibi Bursa’da”.

Hazırsanız yorumlamaya ve sahne gözlemlerimi aktarmaya başlıyorum; bende bir insanım hepimiz gibi umutları olan, çoğu zaman yaşam şartlarının altında ezilen, yer yer pes edip bırakma noktasına gelen bir insanım. Beni hayata bağlayan şey sanat. Tiyatro en sevdiğim sanat dallarının en başında geliyor. Her izlediğim tiyatro oyunu benim kültürüme inanılmaz şeyler katıyor. Dün akşam yine sanat ile tazelendim ve hayata bambaşka bir açıdan bakmamı öğreten bir eser izledim. Sözünü ve dilini, geçmişin ve geleceğin eskitemediği, eskitemeyeceği biçimde yaşadıklarını şiirleştirerek yazan ve tek suçu tanıklık ettiği çağın sesi olmaya çalışmak olan vatan haini ilan edilerek sürgün yiyen büyük şair Nazım Hikmet için, ne kadar kitap yazılsa, ne kadar sinema filmi, ne kadar tiyatro oyunu yapılsa azdır. Bu hassasiyeti gösteren minnet borcumuz olan büyük şaire, gerekli saygıyı göstererek bizlere aktarmayı ilke edinen tüm sanat eserleri övgüyü hak ediyor. Okuduğum şiirlerinden anladığım kadarıyla şiirde sözü süslemeyi seven bir şair değil Nazım Hikmet,vermek istediği mesajlara odaklı sade, anlaşılır bir Türkçe, genelde de yalın bir dil kullanıyor. Ben bu eserden ne gibi mesajlar aldım. Birincisi hala bitmeyen savaşlarda, o dönem çaresi bulunmayan hastalıklarda, hangi milletten olursa olsun en zor zamanlarda, en çok zarar gören, en çok acıyı ve daha bebekken kundağında öldürülen masum çocuklar olmasının altını çizmesi. İkincisi dışarıdaki insanlar tarafından itilen, istenmeyen, dışlanan bir kişi olarak kendisi gibi ceza evinde yatan mahkûmların ruh sağlıklarını değerlendirmesi. Her Şiirinde ayrı ayrı mesajlar veriyor. Ancak yazıyı daha uzun yazıp sizleri sıkmak istemiyorum.

Rejiden devam edelim; sahne gözlemlerimden yola çıkarak söylüyorum, yönetmen koltuğundaki Kemal Başar’ın, yine bu oyunda da oyunun verdiği mesajların seyirciye aktarımı konusunda ince ince, detay detay bir reji uyguladığını gördüğümü söylemek istiyorum. Günümüz tiyatro seyircisi biraz görsele önem veriyor, bu sebepten işi gayet zor, zoru başarıyor ve seyircilerin tüm dikkatleri ile yoğun bir şekilde sahneye kilitlenmelerini sağlayacak şekilde, sadece kırmızı bir ışık, sahne üzerinde tek bir sandalye dışında, kalabalık yaratacak her şeyi daha önce de izleyip, bakın bu oyunlar ödül alacak dediğim iki (“Amy Winehouse”, “Tut Elimden Rovni”) oyundaki gibi minimalizme bağlı kalarak kaldırmış. Kemal başar ile ilgili çok önemli bir detay gözlemliyorum her izleyişimde, çok ama çok detaycı, metni seyirciye nasıl aktaracağını gerçekten bilen profesyonel bir yönetmen olduğunu düşünüyorum ve her izleyişimde beni şaşırtmayı başaran bir reji ile karşıma çıkıyor. Mesela “Çılgın Zamanlar” komedi olduğundan tür dışı, ancak orada metnin keskin çizgileri törpüleme ihtiyacı duymuş demiştim. Bu oyunda olabildiğine sert ve duygu yüklü ve attığı tokatın acısını duymamız için sertlik yumuşatılmamış. Fakat oyunun finaline yakın Hakkı Ergök sahneden inip seyirciler ile birebir yüz yüze gelerek anlatmaya devam ettiğinde, metnin keskin çizgilerinin yine ustalıkla törpülendiğini gördüm. Seyirciyi oyunun içinde tutma derdi yok. Çünkü seyirci zaten oyunun bir parçası ve oyunun içinde bu ustalık takdir edilmez mi?

Ve geçelim oyunculuk ile ilgili değerlendirmeye; hep söylemişimdir sizlere. Tek kişilik ve çift kişilik oyunlar zordur. Hele birde ilk oyun heyecanı varsa bu zorluk derecesi daha ağır yük olarak biner sahnedeki oyuncunun sırtına. Ekrandan ve Beyaz Perdeden takip ettiğim Hakkı Ergök’ün sahnede canlı performansını hep merak ediyordum, heyecanla koltuğuma oturdum ve Hakkı Ergök’ün sahne performansını izlemeye başladım. Sahnede tamamen dış dünyayla bağlantıyı kesen bir oyuncu gördüğümü sahne gözlemlerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim. Olağanüstü etkileyici bir sahne performansı var ve sahnede olabildiğince doğal dolayısıyla kendini kasmıyor. Sahnede hiç durmadan, neredeyse nefes almadan hareket ettiğinden, dikkatimizi bir an olsun sahnenin dışına vermemize izin vermedi. İlk oyun heyecanı bize yansıdı elbette, ama ustalığı sayesinde heyecanını gizlemeyi başardığını da söyleyebilirim.

Dip not : Mavi Gözlü dev Nazım Hikmet’de maalesef Türkiye’nin değerini bilmeden kaybettiği binlerce insandan biri. “Yatıyorum Demirli Bir Şilep Gibi Bursa’da” gibi kıymetli bir eseri daha bu denli büyük bir titizlikle sahneleyerek mezarında rahat uyumasını sağlayan “Tiyatro Keyfi” ekibini huzurunuzda tebrik ederek, not alın ve kendiniz deneyimlemek için izlemeyi ihmal etmeyin diyerek yorumumu burada sonlandırıyorum.
Genel Yayın Yönetmeni : Murat Karakaş