More
    Ana SayfaRÖPORTAJAteşin Düştüğü Yer, Sözün Bittiği Yer, Gülün Bittiği Yer,Gün Doğmadan,Kervan 1915 gibi...

    Ateşin Düştüğü Yer, Sözün Bittiği Yer, Gülün Bittiği Yer,Gün Doğmadan,Kervan 1915 gibi başarılı filmlere imza atan yükselen değer ezber bozan senarist ve yönetmen İsmail Güneş ile sinemaya olan sevdası ve kendisi hakkında merak edilenleri konuştuk

    Hayat, her zaman hayal gücümüzden daha zengindir. Bu yüzden gerçek bir sanatçı, ancak kendisi açısından hayati
    bir zorunluluksa yaratma hakkına sahiptir. Sinema sanatıyla seyirciye, hayatın gerçek akışını neredeyse hiç bozmadan aktarma yeteneğini taşımak önemlidir. Sinema sanatının gerçek ‘şiirsel’ özü burada yatar. Kurgu sineması seyircinin perdede gördüklerini kendi deneyimleriyle bağdaştırmasına imkân tanımamasıdır. Sanatçıların taşıdığı tek sorumluluk, kendi yapıtlarının düzeyini yükseltmektir. Nitekim kendi filmlerinde hep, birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına rağmen ‘içlerindeki’ özgürlüğü korumasını bilen insanları anlatmak isteyen ;

    Ateşin Düştüğü Yer, Sözün Bittiği Yer, Gülün Bittiği Yer,Gün Doğmadan,Kervan 1915 gibi başarılı filmlere imza atan yükselen değer ezber bozan senarist ve yönetmen İsmail Güneş ile sinemaya olan sevdası ve kendisi hakkında merak edilenleri konuştuk kendisini sektörel haber merkezinde ağırladık çok teşekkür ediyorum bize verdiği değerli bilgiler ve sorularımıza verdiği içten yanıtları için.

    Bize Kendinizden Bahseder misiniz ?

     

    Trabzonlu bir ailenin Samsun’da doğmuş çocuğuyum, ilkokulu köyümde Ortaokulu ve liseyi öğretmen okulunun önce Samsun Ladik’te daha sonra İstanbul’da okudum, ilkokuldayken okulun perdesindeki duvarda jeneratör eşliğinde gösterilen damga filmini gördükten sonra sinemacı olacağım dedim, nasıl olunduğunu da bilmiyordum, bütün zamanlarımda deli gibi film seyrettim, o zamanki şartlarda sadece sinema salonları vardı sonraki dönemlerde televizyon rağbet görmeye başladı film izlemek için, 1976’da liseden  güzel sanatlara geçtiğimde rahmetli Natuk Baytan’la tanıştım ona asistanlık yaptım 10 yıl kadar, daha sonra 1986’da ilk filmimi gerçekleştirdim, 11 tane sinema filmim var, yüze yakında televizyon dizim var hakkı ile çektiğim, sektörde 40. yılım yönetmenlikte de 32. Yılım.

    Sizi film yapmaya iten nedenler nelerdir?

    İşte ilk Damla filmini gördüğüm zaman sinemacı olacağım demiştim, bu işin idaresini  yazması, yönetmesi, oluşturması bunu yapabilirim diye düşünmüştüm, ve hep öyle gördüm kendimi lise arkadaşlarım bilirler o zaman kendi filmlerimin fragmanları seslendiriyordum, ekolu ses modası vardı o dönemlerde ilk düşündüğüm şey de leke diye bir film le ke ke ke yönetmen İsmail Güneş neş neş  diye böyle zikrettiğimi lisedeki arkadaşlarım yıllar Sonra karşılaştığımızda ya sen bunu söylemiştin diyorlar Hatta İlkokul öğretmenim sinemacı olacağım dediğim, ilkokul öğretmenim de yıllar sonra beni bulduğunda Sen bunu söylemiştin dedi, onun unutulmamış olması çünkü Birisi bir şey söyler ama Unutulur 40 küsür yıl sonra ama unutulmadı, bu benim tutkum…  Hikaye anlatmak derdim benim durumlar anlatmak, hikayeler anlatmak, insanları anlamak benim derdim, bu yüzden benim filmlerimde mesela  çok kötü adam yoktur çünkü kötülük ve iyilik nereden baktığınız ile ilgili bir şeydir, kötü bir adamın hikayesini seyirciye izlettiğinizde  aslında o kendi filminin kahramanıdır, iyi adam belki başka bir filmin kötüsüdür bu açıdan baktığımda ben hayatı anlamak üzerine, hayatın kodlarını, hayatı şifrelerini anlayıp onları bir şeye kaydetmek üzere onları mühürlemek üzere bir çaba içindeyim.

    Türkiye’de yapılan sinemayı nasıl değerlendiriyorsunuz ?

    Türkiye’de maalesef tatsız bir durumla karşı karşıyayız iki türlü sinema var… bir bağımsız filmler dediğimiz Yani bir taraftan da Kültür Bakanlığı’nın desteklediği, öteki tarafda da ticari sinema dediğimiz hiç kimseye eyvallahı olmayan bir sinema filmi anlayışı var ama maalesef bu filmler iyi  filmleri kovuyor, aslında tersi olmalı yani iyi film kötü filmi kovmalı, sinema salonlarının tekelliği münasebetiyle öbür filmlerin seyirci de bir karşılığı olduğunu gözlemliyorlar, kod Adı Recep İvedik, Kod Adı Çakallarla Dans, Düğün Dernek olan filmler seyirci tarafından büyük ilgiyle izleniyor, biraz ben bunu şeye yoruyorum televizyonu beklemiyorlar Çünkü televizyonda küfürleri kesildiği için küfürü salonda dinlemek için gidiliyor, akın akın ve o filmler kendi seyircisini yetiştirdi recep İvedik 4 milyondan başladı, yedi buçuk milyona kadar gitti, çünkü üst üste koyuyor ve ben o seyirciyi çok önemsiyorum o seyirci çok değerli bir seyirci çok tutarlı bir seyirci ne istediğini biliyor sorun diğer tarafta yedi buçuk milyon seyirci ama karşı tarafta 70 milyon daha var ama onlar herhangi bir filme gitmiyorlar ve çoğunluklar aslında herhangi beğendikleri bir şey yok o yüzden ben bu tarafı daha tutarlı buluyorum, çünkü beğeniyorlar ve gidiyorlar seyrediyorlar, gülüyorlar, eyleniyorlar Taklit ediyorlar, entellektüel bir tavır buluyorum, ama maalesef bu tarafta bu filme kızanlar bu filmin seyircisine kızanlar, herhangi bir filmde Birleşemiyorlar,  sanat filmleri diye tabir ettiğimiz  ki ben hepsini sanat diye sayıyorum iyi sanat vardır kötü sanat vardır Kültür Bakanlığı destekli işte festivalleri hedef alan filmlerde seyirciyle buluşamıyor, buluşsa buluşsa sadece Festival seyircisiyle buluşuyor, dolayısıyla da unutuluyorlar geniş kitlelere mal olamıyorlar, birbirlerini üretemiyorlar yani bir film bir başka fimi, o filmde bir başka filmi doğurmuyor maalesef, oysa ki bu bir endüstri sadece kendi evimizde film seyretmek için yapamayız çünkü bunun amacı kitlelere ulaşmak, sinemamızın bir seyirci problemi, bir de sinema salonu problemi maalesef var,seyirci maalesef Türkiye’de çok az mesela Fransa’da seyirci 350 milyon ama Türkiye’de şu anda 60 milyon nüfusumuz kadar bile seyircimiz yok, bizim bir an evvel seyirciyi sinemaya doğru çekmek çekmemiz lazım, bunun sıkıntısı da televizyondan kaynaklı, en önemli nedeni çünkü bu diziler televizyonda 80 dakika, 100 dakika, 180 dakika falan sürüyor, Yani sekizde başlıyor gece yarısını buluyor, seyirci bedava hangi kanala gitse bir dizi ile karşılaşıyor boş yok, dolayısıyla drama tüketmek duygusu var ya ihtiyacı onu televizyondan karşılıyorlar, bundan dolayıda kalkıp evinden sinemaya gitmiyor, ziyafet öncesi abur cubura benzetiyorum ben bunu bir ziyafete gideceksiniz bir saat önceden atıştırmalık yerseniz ziyafete gittiğinizde de o yemeği yemezsiniz hatta gitmesek daha iyi olur diye düşünürsünüz, geri bile görebilirsiniz, televizyon insanların drama tüketme alışkanlıklarını 1 –  kötü eğitiyor orada bir kötü eğitim var çünkü dil çok kötü 2 – kötü senaryolar var,  dolayısıyla o dizileri seven insanları onlar ile büyüyen insanlar kötü bir sinema diliyle büyümüş oluyorlar gerçek sinema dili ile karşılaştıkları zamanda abi bu olmamış duygusuna kapılıyorlar bizim acilen seyirciyi eğitmemiz lazım ilkokuldan ortaokula Liseden üniversiteye muhakkak sinema sanatının buralarda ders olarak okutulması şart ! İnsanlar iyi filmi iyi diziyi seçebilsinler.

    İsmail güneş sette nasıl bir yönetmen ?

    Atmosferine göre değişiyor, eğer bir şeyler doğru yapılmıyorsa, bir şeyler ters gidiyorsa ve bu ters giden şeyler insan kaynaklı ise  yeteneksizlik kaynaklı ise maalesef deliriyorum, ama öbür türlü her şey yolunda gidiyorsa, Herkes Kendi işini yapıyorsa, herkes kendi üzerine düşen vazifeyi yeteneği kadar yapabiliyorsa İsmail Güneş’in tadından yenmez.

    Hikâyelerinizi üretirken nelerden  ilham alıyorsunuz ?

    Gerçek ve küçük hikayeler, küçük insanların hikayeleri beni her zaman cezbeder küçük hikayeleri büyütmek Benim birinci düsturumdur, çünkü küçük hikaye diye bir şey yoktur ona küçük bakmak diye bir şey vardır, Ben böyle Sadece bir cümleden, bir paragraftan, bir gazete haberinden büyük bir hikaye oluşturmayı çok heyecanlı buluyorum, çok büyük zevkle yapıyorum, böyle görkemli işte her şeyin iç içe olduğu hikayeleri kurmak hem bana zor geliyor, hem de gereksiz bir yoğunluk olarak görüyorum, yani işte İnsanlar biyografi yapacakları zaman işte Fatih Sultan Mehmedi  anlatacaklar, Fatih’in ana karnına düşmesinden  başlamak istiyorlar oysaki Fatih’in sadece 90 dakikası da  çok sinematografik bir hikaye barındırabilir, Bir senesi de barındırabilir Yani ben mesela Fatih yapacağım zaman Gemilerin karadan yürüdüğü geceyi yapmak isterim sadece o geceyi anlatmak isterim veya topların Edirne’den İstanbul’a getirilişini hikaye yapmak isterim veya atını denize sürdüğü o meşhur iki tane Venedik gemisinin etrafındaki Baltacı oğlu komutasındaki o çarpışmanın o direncin filmini yapmak isterim veya lağamcıların filmini yapmak isterim, Ama bütün bir hikaye anlatmaya çalıştığınız zaman seyircide bu niye yok gibi bir duygu oluşur, ben bir yere hedeflemek istiyorum seyirciyi o yere yoğunlaşmak istiyorum bir ressam gibi bakıyorum ben filme çünkü resim eğitimi aldım, çerçevem var ve resmi çerçeveye koyduğum andan itibaren ben orayı iyi yapmakla mükellefim, yoksa buralarda oralarda birtakım manzaralar bulunmakta ama benim tercihim tek orası, ben hayatın içerisindeki bir bölgeyi, bir durumu, bir duyguya kitlenip orayı insanlarla paylaşmak istiyorum, kendi seyrettiğim de zevk alacağım filmler yapmak istiyorum, biraz egosu yüksek bir cümle ama herkeste de böyle bir durum vardır, bunun yanı sıra filmlerimizi seyredebiliyor muyuz maalesef filmler oluşurken başımıza bir sürü terslik geldiği için bir süre filmlerimizden nefret ederiz, filmleri raflara kaldırırız ve raftan yaklaşık bir on yıl almayız on yıl sonra baktığımız zaman o daha zevkli oluyor bence, ben burada bu hatayı yapmışım, işte ben burada güzel çalışmışım, bunu nasıl düşünmüşüm filan diye Kendi kendinize ve bir aferin çekebiliyorsunuz.

     

     

     

     

     

    Kimsenin izlemeyeceğini bilseniz yine film yapar mıydınız ?

    Tabi ki filmler izlenmek için yapılır ben bu açıdan mimarideki camiye benzetiyorum bu işi, cemaat gelmeyecekse Cami yapmak gibi bir şey niyetimiz budur ama temel’de kendimiz seyredebileceğimiz Kendimiz seyrettiğimiz de zevk alabileceğimiz hikayelerin peşinde olduğumuz için biraz belki benim kendimi kanalize edemediğim seyircinin beğendiği film yapma meselesi beni yorar diye düşünüyorum, çünkü sanatçının toplumdan her zaman ileri olmak gibi bir vazifesi var aşağıda olmak yerine onları yukarı çekmek gibi bir vazifesi olduğuna inanıyorum.

    Sizce sinemayı diğer sanat dallarından ayıran en önemli özellik nedir ?

    Sinema tarihinin önemli yönetmenlerinden biri Andrey Arsenyeviç Tarkovsky’ nin güzel bir cümlesi var; Sinema için mühürlenmiş zaman diyor değişmez bir zaman koyuyor ve onu mühürlüyorsunuz sizin istediğin alan mühürlenmiş oluyor ama mesela edebiyat olsun, roman olsun, şiir olsun, hikaye olsun hep okuyucuya bir hayal etme gücü verir ama sinema öyle değildir bütün bu sanatları bu altı görkemli sanatı birleştirdiği için ve bunlardan başka bir görkemli sanat oluşturduğu için bütün sanat dallarının tamamı ile ilgili olduğu ama tamamından çok farklı ve bu son yüzyılın en büyük sanatı diye bakıyorum.

    Son filminiz Kervan 1915 hakkında bir şey söylemek ister misiniz hikayenin çıkışı, oyuncu seçimi, hazırlanış süreci başına gelen talihsizlik gibi ?

    Ermeni meselesi bizim için bir yara, bunu kabul etmek gerek bu iyidir, bu kötüdür demeden meseleyi anlamaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum dolayısıyla çıkış noktam bunun üzerine, gerçek bir hikayeden yola çıktım Katırcı Salim ve adamlarının, tehcire gönderilen 40 Ermeni kadın, çocuk, yaşlı insanla Giresun’dan Halep’e yaptıkları uzun yolculuğu anlattım. Giresun’dan Halep 900 kilometre. Ve bu film nedeniyle bu yolu birkaç kez dolaştım. Gördüm ki bu yolu yürümek çok zor bir işmiş. Biz, bu insanları adını bile bilmedikleri bir toprağa göndermişiz. Nereden? Yemyeşil, denizin kenarından. Belki 5 bin yıldır yaşadıkları topraklardan. Kadınları, çocukları, genç kızları, yaşlıları Halep’e göndermişiz. Şimdi bu tehcirin nedenleri üzerine çok şey söylenebilir. Ama şu açık ki devlet bu yolculuğu, yer değiştirmeyi beceremiyor. Çünkü devlet zaten 300 yıldır organize hareketleri yapamıyor.Türk tezlerine göre 600 bin, Ermeni tezlerine göre 1.5 milyon insan öldü. Ne olursa olsun bunlar insan. 600 bin rakamını bile bugün 1, 2, 3 diye saymaya kalkın hiç durmadan yedi gün yedi gece sürer. Ayrıca bir o kadar da Türk olsun, Kürt olsun, Zaza olsun Müslüman ölüyor. Bu olay, 1. Dünya Savaşı’nın kötülüğü. Emin olun biz o savaşa girmeseydik bu kadar insan ölmezdi.

    “Kervan 1915” sinema salonlarından çekildi”

    Biz bu filmi bin bir zorluklarla 3 yılda 1500 kişilik ekiple çektik, ve Ermeni tehcirini konu edinen “Kervan 1915″i dağıtım sorunları ve sinema salonlarının kötü niyetli tutumlarından ötürü salonlardan çekme kararı aldık. Görülüyor ki, bundan böyle, gişe açısından tekellerin ilgisini çekmeyen ulusal yapımlar seyirciyle buluşamayacaktır. Sinema seyircisi tarafından izlenilmek istendiği halde, önemli lokasyonlar da vizyona giremeyen filmimiz ağır darbe almıştır. Seyircilerimiz gerek sosyal medyadan gerekse kişisel ilişkilerle bizlere ulaşıp filmi kendilerine yakın merkezi lokasyonlar da bile bulamadıklarını iddia etmektedirler. Filmimizin sinema seyircisiyle buluşamadığı bir sistemde daha fazla yer almak istemiyoruz ve üzülerek “Kervan 1915″i vizyondan çektik maalesef.

     

    sözün bittiği yer film ile ilgili görsel sonucuSinemaya gönül vermiş  yeni oyuncu ve yönetmen adaylarına tavsiyeniz nedir ?

    Bu işe Gönül veren insanlara bol bol film seyretmelerini öneriyorum, iyi veya kötü her filmi izlesinler inansınlar ki insanlar iyi filmlerden daha az şey öğrenirler, kötü filmlerden iyi şeyler öğrenirler, bunu biraz açalım bu nasıl oluyor derseniz ;  nasıl yapmayacağını öğrenir mesela burada asıl önemli olan bir filmi düşünürken, yaparken, yazarken veya yönetirken nasıl yapmamak gerektiği üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor, benim arkadaşlarıma önereceğim şey budur bir muhakkak çok film seyretsinler ve çok hikaye ve roman okumaları, roman insanın kalbini aydınlatır iyi roman hikaye insanın beyninin düşünme yeteneğini arttırır ve buradan yürürler, iyi veya kötü hiç fark etmez Recep İvedik’ten de insanlar bir şey alırlar Düğün Dernek’ten de, Her filmden çok şey öğrenebilirsiniz, bazen ne yapmamanız gerektiğini de öğrenebilirsiniz ve en önemlisi de odur bence, ben şunu yapmamalıyım dediğiniz  şey önemlidir bir film yaparken orayı yapmadığın zaman zaten başarılı bir iş yapmış olursun.

     

     

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler