İzlerken çok keyif aldığımız, dublörlük sanatının gerektirdiği yüksek tempolu performansların birbirini izlediği, eğlencesi eksik olmayan “Dublörün Hikâyesi” tiyatro oyununu bundan iki yıl önce izlemeye niyetlendim, araya aksilikler vesaire girdi. “Zararın neresinden dönülse kârdır” diyerek Nihayet dün akşam Şişli Tiyatrosu’nda izleme şansı buldum.
Kemal Uçar’ın yazdığı , Yönetmenliğini Şenol Önder ile birlikte üstlendikleri tek kişilik tiyatro oyunununda Kemal Uçar, Hep oyuncu olmak istemiş ama hayatını dublör olarak geçirmeye mecbur kalmış bir dublör olarak karşımıza çıkıyor.
Konudan bahsedelim biraz; Kendisiyle, başına gelenlerle ve hatta hayalleriyle bile dalga geçmekten imtina etmeyen Kemal’in oyuncu olamayıp, nasıl dublör olduğunun eğlenceli, bir o kadar da hüzünlü hikâyesi.
Anlatmaya neresinden başlamak lazım bilemediğim bir tiyatro oyunu daha izledim. Öncelikle çok ama çok komik, gülmekten karnımıza ağrılar giren bir bir oyun “Dublörün Hikâyesi”. Ama “güldürürken ağlatan” deyimi de yanlış olmaz. Biraz güleriz ağlanacak halimize durumu. Oyunu izlerken daha doğrusu Kemal Uçar derdini anlatırken harcadığı yoğun eforu izlerken, kafamda canlanan; Rıfat Ilgaz’a En büyük eserlerinden biri olan Hababam Sınıfı’nı neden yazdığı sorulduğunda verdiği yanıt oldu. “Eskiden idamlar sabaha karşı yapılırmış. belli bir süre sonra idam yaklaştığında, tüm dükkanlar açılmaya, esnaf satış yapmak için bağırıp çağırmaya başlamış. Bunun üzerine aileler de o saatlerde sokağa çıkmaya başlamış ve idam vakitleri panayır havasına bürünmüş. Sonuçta da ölen bir adama bakarak gülen bir halk görüntüsü oluşmuş. Ben de çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük.” İşte Kemal Uçar’da bana göre dün akşamki izlenimlerimden yola çıkarak söylüyorum bencetamda bunu düşünerek yazmış metni. Yılların vermiş olduğu tecrübe ile isminden ne izleyeceğimi az çok tahmin etsem de koltuğa oturup oyunu izlemeye başladığımda, daha oyunun hemen başında mesaj kaygısı olan bir oyun izleyeceğimin farkına vardım ve heyecanım ikiye katlandı diyebilirim. Bana göre Kemal Uçar çok güçlü sahne performansı olan bir oyuncu ancak aynı zamanda mizahın güçlü bir silah olduğunun farkında olan bir yazar. Söyleyecek çok sözü olan güldüren, şaşırtan, düşündüren ve finalde herkesin gözünü doldurmayı başaran bir metin olduğunu söyleyebilirim. Kemal Uçar, ağır ve olabildiğine kasvetli bir dil kullanmak yerine, çok derin mesajlarını seyircilerine sıralarken, seyircisini temelde güldürüp, eğlendirerek yapmayı tercih etmiş. Kendi namıma konuşuyorum, gayet eğlendiğim ve keyif aldığım bir oyun izledim.
Gelelim oyundan aldıklarıma; ismi “Dublörün Hikâyesi”, ama aslında sahnede anlatılan kaybedenlerin hikayesi. Bu hayat denilen (Doğum ve Ölüm) yolda. Finalde kimi kazanan oluyor, kimi kaybeden. Kader mi desek? Evren mi desek? ne dersek diyelim hayat bazılarına altın tepside sunulurken bazılarına artık gıdaları yemek düşüyor. Aslında itiraf edeyim oyunda ben kendimi de gördüm. Her ne kadar sanatsal faaliyetlerin genel yayın yönetmeni olsam da ki sanat ruhuma en iyi gelen şey. Hayatıma baktığımda bir buz dağı gibi yaşıyorum görünmeyen arka yüzüm var. Neler, neler yaşıyorum. Tabii ki yalnız değilim hepimiz öyleyiz. Bu oyun bana bir kez daha “Yaşamıyoruz, yaşamak için savaşıyoruz” sözünün önemini hatırlattı.
Geçelim rejiye ; az önce Kemal Uçar’ın derdini anlatırken harcadığı yoğun eforu izlerken dedim. Kemal Uçar o kadar iyi bir performans sergiliyor ki birazdan yeniden değineceğim. Akrobat gibi sürekli oradan, oraya hareket etmesi için düşünülmüş muhteşem bir dekor. Hikayenin duygusal kısmına hizmet eden bir manken. hikaye aktarımını destekleyen ışık tasarımı. Dolayısıyla oyuna uygun her ayrıntısı düşünülmüş bir reji.
Diğer bir önemli konuya oyunculuğa da değineyim; Kemal Uçar’ı televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde izliyordum ama tiyatro sahnesinde ilk defa izleme şansı buldum. anlatılamaz yaşanır denebilecek ciddi anlamda olağanüstü bir efor sarf etti oyunda. Defalarca merdiven indi çıktı, dekor üstünde amuda kalıp yarasa duruşu yaptı, Ankara havasıyla oynadı daha neler yapmadı ki. Duygusal geçişleri biz seyircilerine çok güzel aktardı. Beni kendi yaşamım adına duygulandırdı. Ama Türk tiyatrosuna hizmeti açısından sevindirdi. Tek üzüldüğüm maalesef bu güzel oyunun dün akşam son gösterimi oluşu ve bu yazının geç kalmış bir eleştiri yazısı oluşu. Umarım bu son sahneye çıkış sadece “Dublörün Hikâyesi” içindir. Kemal Uçar’ı sahnede yeniden izlemek isterim diyerek, “Tiyatro Mitos” ekibi ile daha yeni tanıştım ekipte tüm emeği geçen herkesi tebrik ederek yorumumu burada sonlandırıyorum.
“Tiyatro Mitos” ekibini hafızanıza ve ajandanıza not alın ve benim yaptığım hataya düşmeyin oyunlarını izlemeyi ihmal etmeyin. Çünkü bana göre “Tiyatro Mitos” Türk tiyatrosu için büyük bir kazanç.
Genel Yayın Yönetmeni : Murat Karakaş