Kelebekler Ölüyordu
” Mustafa Aslantaş sert bir dünyanın içinde, düşlerini ve yüreklerini katılaştırmadan muhafaza etmeyi başaran insanların öyküsünü, onların kelebek kanadı inceliğindeki umutlarını etkili bir Ankara atmosferine yerleştirdiği oyunu ‘ Kelebekler Ölüyordu ‘ ile ulaştırıyor seyirciye. Son yıllarda tiyatro yazarlığımızda giderek azalan imgelerden gücünü alan oyun, bu yanıyla hem göze, hem de kulağa birbirini bütünleyerek hitap edecek bir başarıyla kalem alınmış.”
Füsun ATAMAN / Dramaturg, Akademisyen
Kırkdokuz yıllık yaşantısının son 15 senesine tam 23 piyes, 3 ödül sığdırmış Mustafa Aslantaş.” Yakın Işıkları ” ( 2010 ) ndan bugüne durmadan, ara vermeden yazmış, yazmış.
Yaşamakla kağıda dökmek arasındaki kan bağını, gerektiğinde yarasına bez sarıp yürümeyi, menevişlenen sularda saklı geçmiş zaman hayaletlerini, kül rengi yalnızlıkları iyi biliyor Mustafa Aslantaş. Hayatın çemberin dışına savurduğu insanları yakından tanıyor. Duyguların satır altlarını çizip, notlar serpiştiriyor her defasında. Hayalhanesini cömertçe okura sunuyor. Bütün çıplaklığıyla ruhunu repliklere döküyor. Klişe değil, gerçek karakterler yaratıyor. Zor, tuzaklı konularda alabildiğince yakın, doğal, etkili bir dille okura/ izleyiciye seslenebiliyor.
Mustafa Aslantaş ile ” Kelebekler Ölüyordu ” (2022) adlı oyunundan, tiyatrodan, hayattan konuştuk.
Hava ağarıyordu. Gözyüzüne bir göz attım. Şafak söküyordu.
Belki yağmur yağacaktı.

– ” Kelebekler Ölüyordu ” nun Mustafa Aslantaş için önemi nedir ? Bu piyes nasıl şekillendi ?
Muhtemel, her insanın hayatında bir “İspat Hikayesi” vardır. Önce bir teori olarak ortaya atarsınız. Unutursunuz… Fakat o yolda gitmediğinizi düşünseniz bile, çoktan dişlilerin ciğerine elektrik yürümüş, önceden yağlanmış çarkın bağlandığı silindirde kusursuzca hayalleriniz yoğrulmaya başlamıştır bile. Evren’e yollanan o niyet için yavaş yavaş düğmelerin iliği de çözülmeye… Ve ben sırtımı döndüm, rahat rahat soyunsun evren-malum ona bakarken soyunamaz. Evren-Galaksi, Cosmos her neyse, milyonlarca, sayısız matematikçe yıldız… E, bu kadar kalabalık niyet trafiğinde, sizinkinin gerçekleşmesi bazen onlarca yıl da alabilir-normal karşılamalı, saygı duyulmalıdır evrene… Hangi birine yetişecek… Uzun soluklu Brezilya dizisi Köle İsaura’nın köleliğin kaldırılması sonucu mutlu sonla final yaptığına sevindiğim ve kölelerin hürriyetini içselleştirdiğim yılın lise yaz tatilinde en ufak bir yanlış harekette sizi yufka hamuru gibi açacak ürkütücü ilkel silindirin başında gecenin körlerine kadar çalışırken buldum kendimi. Sabah beyaz, akşam apaçi karasında bitirdiğim Ostim mesailerin birinde, dükkanda uçuşan beyaz kelebeklere bakarak “bir gün bir tiyatro oyunu yazacağım ve adı Kelebekler Ölüyordu” olacak dememle, içimdeki niyet uçtu gitti bilmediğim evrenin bilmediğim hangi meleğinin not defterine… Yıllar yıllar sonra 2020’de sayfa sayfa yıldız tozları üzerinden saçılarak düştü Bilkent Üniversitesinin tiyatro sahnesine, bir kelebek kanadı çırpılışı zerafetinde…
İspat hikayemse?=Başarılı!
- Öz, anlatım, yansıtma uyumu oyun karakterlerine başarıyla monte edilmiş.Sahi Ufuk, Davut, Gül, Serdar, İsmail kim bunlar ?
Ekran altlarında elin oğlunun yazdığı “Yaşanmış gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır” sözüne niye tahammül edememki, kendimin hikayesinden yazarak övündüğüm “Kelebekler Ölüyordu” varken- gibi havalı bir başlangıç yapıp hemen havamı indiriyorum aslında oradaki Ufuk’un, ismini vermek istemediğim (!) bir oyun yazarının 16 yaşındaki hali olduğunu itiraf ederek. Ostim’de bir kauçuk dükkanında iki çalışan (Serdar-Ufuk), bir patron (Davut) –eşi (Gül) ve geveze komşusu (İsmail) arasında geçen bir aile hikayesi aslında. Karakterlerimizi tanıtıyorum efendim. “İyi bir Usta olmak için parmağından bir parça gitmesi gerekir” der Davut Usta. O sözü dükkana asalım önce… Davut Usta: Babacan, muhacir 60 lı yaşlarda, çocuğu olmamış. Gül: Davut’un eşi, dükkana arada uğrasa da bu aralar dükkandan çıkmıyor. Şık bir kadın, güngörmüş, hayranlık uyandıracak derecede hayat dolu bir hanımefendi. Serdar: Kalfa. Genç ve çok yakışıklı. E biraz da haylaz. Davut onu aslında oğlu gibi seviyor ama elinin ayarını kaçırıp pata küte giriştiği de oluyor. Hasta annesi, acı hikayesi ve final sahnesiyle oyunumuza kılıç yarası açan kişi. İsmail Usta: Oyun boyu Davut Usta’nın dükkanından çıkmayan, sürekli atıştığı, birbirlerini iğneleyip fırçaladıkları can dost gibi görünse de anlıyoruz ki “Davut’tan bir can alacağı, Serdar’a da bir hayat borcu” varmış. Bu takası yapacağını Davut’a çok sert bir şekilde bildirerek sadece bir didişme karakteri olmadığını gözü karalıkla ortaya koyuyor. Ha, bir de baba var. Finalde tek kısa sahne… Yüzüne yılların soğuk badanalı duvarları vurmuş, bıyıklı, 8 köşeli şapkalı…
- ” Kelebekler Ölüyordu” sanırım Bilkent Üniversitesi’nde okuma tiyatrosu olarak izleyici ile buluşmuştu. Bu süreci sorsam….
Bilkent Üniversitesi mezunlarından genç bir ekibin oluşturduğu –BİLT- Bilkent Laboratuvar Tiyatrosu oyun yazma yarışması düzenlemiş. Başvurdum, oyunum seçildi. Bilt’in ilk okuma tiyatrosu olarak Kelebekler Ölüyordu sahnelendi. Tabi bütün bu süreçler heyecan verici ve etap etap ilerliyor. Kadroyu duyunca sevinçten havalara uçtum. Çünkü Nusret Çetinel, Fulya Koçak, Tansel Aytekin, Berk Cem Göksel ve Ege Derin okuma kadrosundaydı. Bu arada Elif Kaman, Pelin Şahin, Barkın Kenan, Efe Çetinel, Koray Alper gibi genç bir ekip süreci yönetti. En sürpriz isim ise seyirciler arasında bulunan Işıl Kasapoğlu’ydu. Bilkent Tiyatro bölüm başkanı Jason Hale de çok ama çok ayrıca teşekkür etmem gereken bir isim, her an her yerde koşturuyordu. Düşünün, bir Pazar günü Bilkent Tiyatro sahnesi sizin için açılmış. Oyunuma şahane bir okuma tiyatrosu yapıldı, 1 mart 2010… Tehlikeli tarihler. Hemen arkasından pandemi patladı. Bir kayıp… Nusret Çetinel maalesef aramızdan ayrıldı. Son bir vefa, cenazesine katıldım. Muhtemeldir Nusret Çetinel’in hayattaki son tiyatro projesi oldu. Kendisini daima sevgiyle ve minnetle anar, onur duyarım hayatıma büyük bir iz bıraktığı için… Bu arada bir not; Kitapta basılı haldeki Kelebekler Ölüyordu oyunun yenilenmiş halini içeriyor, son halini. Aslında 3 aşamadan geçti. İlk yazıldığı haliyle yarışmada seçildi. O süreçte ben oyuna eklemeler yapmıştım. İkinci hali okuma tiyatrosu oldu. Devlet Tiyatroları için oyunu tekrar elden geçirdim. Bu süreçte Füsun Ataman karşıma bir mucize gibi çıktı. Dramaturg Tolga Güven’le detaylı çalıştık ve oyun temel hikaye üzerinde çok daha farklı pencerelere açıldı. Elimizdeki mevcut metin “Premium versiyondur”
- Kendinle ne zaman tanıştın ?
Hadi biraz eğlenelim. Kadim dostum, gençlik arkadaşım Cem bir kıza aşıktı. O sıralar 90 lı yıllar malum radyolar fırtına gibi esiyor. Süper fm’de de her hafta haftanın şiirini seçiyorlar, artık kaç bin tane gelmiştir Allah bilir. Ben de kızın isminin baş harflerinden bir şiir yazıp Cem’e verdim. Haftanın şiiri seçildi. Mesela bunu hala konuşur, eğleniriz. Ve bir de sırası gelmişken yazmadan duramam. Adını kayıtlara geçiriyorum Engin Topsakal, hazır mısın? Yaş 30 larda, ne oyun yazmışım, ne bir öykü. Ama ara sıra şiir yazıyorum. Şiirler de hepsi Orhan Veli düzeyinde gözümde maşallah. Bir şey yanıyor içimde ama şekillendiremiyorum. Hiç unutmam. Engin’in evinde misafir olduğum bir gecede o iki koltukta ben üçlü, Engin tavana bakarak (karanlıkta seçemiyorum ama sahne öyle olmalı) birden cık cık demeye başladı… “Sen bir değersin ve farkında değilsin.” Engin resmen bundan bir nevi acı çekiyordu. Sonrasında bunu bin defa söyledi adeta kafamın içine girsin diye… Ne bileyim yüksekokulda sevgilisinin ağzından birine fason olarak aşk mektubu yazardım filan da, hep böyle tiyatroyu çok seven ama çok sık takip edemeyen, sanata müthiş eğilimli, sanatçılara çılgınca hayran hele tiyatroculara, ama alakasız yer ve mekanlarda hayatı geçen birisi oldum. Ta ki, 2010 lu yıllarda yağan karda yaptığım kardan adamların, bildiğimiz obez formdan farklı olarak baya baya heykel eserlerine benzemesi sonunda artık uykularım gerçek manada kaçmaya başladı ve ateşi söndüremez hale geldim.
- Hayatından neyi çıkartırsan geriye bir şey kalmaz ?
Nezaketi, güler yüzü, teşekkür etmeyi… Belki de hepsinin toplam yansıması olan sanatı.

- Bir oyun yazarı olarak sosyal medya ve popüler kültürle aran nasıl ?
Oldukça iyi. Hatta bir oyun yazarının ya da bir yazarının olmaması gerekenden daha fazla. Pop müzik dinler, sosyal medyayı aktif kullanırım. Ama Tiktok hesabım yok mesela. Bir çok değerimizin dejenerasyon uçurumunda atılma sırası beklediği bu zamanlarda kendini korumayı başaran insanlara özel bir teşekkür plaketi vermeli. Ama şu da bir gerçek ki sosyal medya olmasaydı, bugün hala sanat camiasındaki insanlarla aramdan amazon nehri geçerdi. İnsanlara ulaşmanın pratikliğiyle, özellikle tiyatro konusunda çok kestirme yollar arşınladım.
- Nietzsche’nin dediği gibi ” Unutan iyileşir ” mi ?
İyileşir. Ama gerçekten unutursa. Unuttum deyip arada kendinde hortlatırsa o zaman iyileşmek bir hayal gibi silinir gider şifa perdemizden. Affeden sırtındaki yükü atar. Unutabilen iyileşir. Peki unuturken, ya yanında iyi şeyleri de unutursak? Bilemedim.
- Biliyorsun Qurencia kişinin kendini en güvende, en güçlü hissetiği yerdir. Senin QUencia’n nedir ? Neresidir ?
Evet, Kelebekler Ölüyordu’yu da kendisine armağan ettiğim ve büyüyünce kıymet vermesini umduğum bir kişinin kolları Querencia’m olabilir… Oyun metninin girişinde sadece tek bir kelimenin yazılı olduğu o boş sayfadaki yazı sanırım bu durumu açıklar… “Oğlum’a”
- Hayatının filmini hangi karede dondurmak isterdin ?
Davetli gittiğim bir oyunun prömiyerinde bir dostumun yazarlık hocasına “Mustafa’nın iki kitabı var, şu kadar oyun yazdı, bu kadar DT ‘ye girdi” diye cömertçe anlatmasından dakikalar sonra hanımefendi hocanın bana dönerek “tekst mi yazıyorsunuz…”şeklindeki soğuk sorusunun irkiltici bir rüzgar etkisiyle yüzümden geçtiği karede pause tuşuna basıyorum.
- 15 yılda, 23 oyun…üretken bir yazarsın.Oyunlarını yazma sürecini soracağım, konuları, karakterleri nasıl yaratıyorsun ? Kolay yazan biri misin ?
Çok değişiyor. Bazen gördüğüm bir rüyanın etkisiyle, bazen günlük hayattaki rasgele bir sözle, bazen bir instagram hikayesine düşüp kalmamla. Çok örnek var. Kolay yazarım, diğer manada da “Kolay Yazar”ım. Mesela Eksibir Aşk. Tiyatro izlemeleri koşturmasında tanışarak çok yakın bir arkadaşıma dönüşen sevgili Şenay instagrama bir hikaye atmıştı. Bir kadeh ve arkada akustik Fikret Kızılok’tan fark etmeden şarkısı. Yoğun bir müziksever olmama rağmen o şarkıyı bugüne kadar hiç fark etmemiştim. Bu instagram hikayesine düştüm. Defalarca izledim. Eksibir Aşk için fikir verdi bana o hikaye. Bir kadının bir kadehle şarkı hikayesi oyun doğurdu. Sonra yazdım, yönettim turnelere filan gittik 11 oyun oynadık. Ve bir örnek daha. Vaktinden Önce gelen ya da benden hiç gitmeyen Eylül oyunu… Bir gece rüyamda babamı çok yaşlı ve hasta görmüştüm. Etkisinden çıkamadım ve Eylül oyununu yazdım. Günlük hayatta eğlence olsun diye rastgele ortaya atılan bir espiri ya da bir adamın duvar boyarken lüzumsuzca anlattığı bir anısı inanılmaz dramatik ve can alıcı sahnelere dönerek oyunlara girmiştir.
- Bir de Stefan Zweig uyarlaman var değil mi ?
Evet. Tek uyarlamam. Enfes bir metindir. Bir yapımcının isteği üzerine yazmıştım. Hatta kendim de bu sezon için yönetip sahneleyecektim. Oyun neredeyse hazırdı ama lağvettik maalesef, afişi bile hazırdı. Bu uyarlamayı kaçak olarak Frida Kahlo oyunumla beraber İstanbul’da faaliyet gösteren bir grup ısrarla ve yasalara aykırı olarak izinsiz sahnelemekte ve bilet satmaktadır. İsmime dahi yer vermeyerek, üstelik sorduğumda “Sen Zweig misin, senin oyunun bizde ne arar” diye dalga geçmişlerdir. Fakat başka, güzel bir pencereden bakarsak da tiyatrocu Kemal Başar’ın sözleriyle “Türk tiyatrosunda iyi metin çıkmıyor, ama bu çok iyi bir metin, uyarlama da olsa” iltifatına mazhar olmuştur. Orijinal hikayenin akışını bozmadan nerdeyse tamamını baştan yazdığım, tam bir yetişkin oyundur. İzninle oyundan kısa bir bölüm paylaşmak isterim… İki kişilik olarak uyarlardım.
“Kolumu uzatıp kapını açtım ve sen o büyüleyici çevikliğinle arabadan atlayıp bana hayatım boyunca unutmayacağın ilk aşk sözlerimizi ettin. Büyüledin beni o iki kelimeyle…”teşekkür ederim” Yüzümden kayıp giden kırık bir ışık gibi bakışların bi’ geldi geçti çehremden ve sendeki ilk fotoğrafımda, tören günü çekilen büyük aile fotoğraflarına geç kalıp giremeyen akraba gibi bilinmez bir hatıra bıraktı. Yine de belki bir iz?
- Oyun da yönettin, öyle değil mi ?
Eksi Bir Aşk. İlk yönetmenlik deneyimim. 2023-2024 sezonunda sahneledik. 4 Kişilik oyundur. Apartmanın -1 katında yalnız yaşayan ve bu ara her şeyi ters giden bir kadının hikayesidir. Bana göre “hafifletilmiş bir metres hikayesi” başroldeki oyuncunun yorumuyla “bir kadının yalnızlık senfonisi”. Yarı komedi yarı dram, fazlasıyla gerçekçi ve güncel bir dilde. Seher evli bir adama aşık, bir anne karakteri var sivri dilli, her daim kızına laflarını dürten. Ve sonunda sürpriz bir karakter var. Harleyin tekerini mazgala dikerek hikayeye kahramanca giren babayiğit. Ve tabi Olcay’ımız. “Mutsuz evli”İlk rejimde biraz kolay bir oyun olsun istedim. Maşallah 2 perdelik oyun çıkardık. 2,5 aylık bir prova ile sahneye koyduk. Bol müzikli, kaptan giriş anonslu “tiyatro sanatının iflah olmaz yolcuları, siz sayın seyircilerimiz-şimdi koltuklarınız dik, gözleriniz sahne hizasında…”, izleyicilerin genelinin sevdiği bana göre başarı ile şimdilik benim rejimdeki ömrünü tamamlayan bir oyun oldu.Mesela Hakan Eren bize destek oldu, Işıl Yücesoy yüce gönüllülük edip bir şarkısına izin verdi. Şuan kendi “İZNİNLE” oyununda da söylediği “Anlamı Yok” şarkısını Eksi Bir Aşk’ın finalinde kullandık… Birazda değişik bir rol dağılımı vardı. Baş karakter Seher oyun boyu sahneden inmezdi. Aslında tek kişilik kadın oyunu gibi başrole fazlaca kıyak geçen bir oyundur. Severim Eksi Bir Aşk’ımı… Selda Arslan Meçita, Serkan İlbaş, Güzey Uzel, Veysi Yeşilmen… Ankara’da çeşitli sahnelerde dolanan sahnede pişmiş bu gönüllü ekip arkadaşlarımın da ismini anmış olayım. Anonslarımızı da bir ricam ile Devlet Tiyatrosu sanatçısı Serdar Kayaokay yapmıştı, bu jestini unutamam.
- Oyun Yazarı Mustafa Aslantaş ile Yönetmen Mustafa Aslantaş prova döneminde iyi anlaşabildiler mi ?
Yönetmenlik mutlak bir yalnızlık gerektirir. Ve antidemokratiktir. Kimse yönetmene karışmamalıdır yoksa o arabanın direksiyonu dönmez. Yazar ve yönetmen bu oyunda çok iyi anlaştılar çünkü asla birbirlerinin alanlarına girmediler. Yönetmen Mustafa Aslantaş teksti eline alınca yazar Mustafa Aslantaş sustu, hiç işine karışmadı, provalara bile gelmedi. Bu arada oyunculara da bir kere daha saygı duydum. Ben bile kendim yazmış olmama rağmen, “hangi sayfa o, orada ne diyor, ha bunu demiş, o sözü çizelim, o bölümün hepsini oynama, kes” filan diyorduk. Hakikaten 50 sayfa ezber-büyük başarı…

Türk yazar ve araştırmacı
Pınar Çekirge
Mustafa Aslantaş’ın Yazdığı Oyunlar :
1 Yakın Işıkları
2 Hasret-i Zaman
3 Yakup ve Oğulları
4 Yıldız Sessizliğinde
5 Ameleus
6 Çeltikçiler
7 Kelebekler Ölüyordu
8 Leyleklerin Altında
9 4K (Pufff!)
10 Frida Kahlo Esmer Tebessüm
11 (uyarlama)Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
12 Shakespeare Beni Sevmez
13 Vaktinden Önce Gelen Ya da Benden Hiç Gitmeyen Eylül
14 Bir Makbule Kabare
15 Lansman
16 Azimle Kadın
17 Ben Bir Çocuk İnsan
18 Eksi Bir Aşk
19 Tek Yakanın Öyküsü
20 Hayati’nin Çarkı
21 Salı Çiçekleri
22 Mat Işıltı
23 Nezaketle
Mustafa Aslantaş’ın Ödülleri :
Yakup ve Oğulları – 17. Aydın Üstüntaş Geleneksel Oyun Yazma Yarışması
Kelebekler Ölüyordu – 2020 Bilkent Üniversitesi (BİLT) Oyun Yazma Yarışması
Puff – 2017 Akademya Sanat Dergisi