More
    Ana SayfaRÖPORTAJUsta oyuncu, Yönetmen, Yazar Ali Yaylı ile çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

    Usta oyuncu, Yönetmen, Yazar Ali Yaylı ile çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

    Tulûat tiyatrosu, olay örgüsü bilinmekle birlikte bir metne dayanmayan ve doğaçlama olarak oynanan bir sahne sanatı. Tuluat tiyatrosu, geleneksel orta oyununun sahnelerde sergilenmesi ve Batılı anlamdaki tiyatro ile karışmasından meydana gelen bir tiyatro dalı. İkinci Dünya Savaşından sonra  Savaşı’ın oluşturduğu atmosfer, ülkeye sinemanın gelmesi ve kısa sürede popülerleşmesi ile birlikte halkın tuluat tiyatrosuna ilgisi bıçak gibi kesiliyor. Beraberinde sinemanın getirisinin tiyatrodan katbekat fazla olduğunu gören tiyatro işletmecileri de tiyatro salonlarını birer birer kapatarak sinema salonu haline getirmeye başlıyor. Türlü zorluklarla hazırlıkları ve provaları yapılan, günde matine ve suare olmak üzere en fazla iki defa sahnelenebilen tiyatro oyunları yerine, öncesinde bir hazırlık süreci gerektirmeyen sinema filmlerini gün içerisinde defalarca oynatmak işletmecilerin cebini doldururken, Naşit Bey sahneye çıkamamanın manevi ve maddi zorluklarını iyiden iyiye hissetmeye başlıyor. Tuluat tiyatrosu oyuncusu ve oyuncuAdile Naşit ve Selim Naşit’in babası Naşit Bey (Özcan) 1942’de hayatını kaybetti. Türk Tiyatrosunun önemli adlarından Naşit Özcan osmanlı’nın son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk yıllarına damgasını vuran sıra dışı bir tuluat ustası, tiyatrocu bu Osmanlı’nın son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk yıllarına damgasını vuran sıra dışı bir tuluat ustası, tiyatrocudur. Bizde bu yüzden siz sanatsal faaliyetler takipçileri için ; Değerli insanın yaşamından kesitler sunan KOMİK-İ ŞEHİR NAŞİT BEY isimli oyunun yönetmeni sinema filmleri ve dizilerde de rol alan Ali Yaylı ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisini Sektörel Haber Merkezinde ağırladık ve merak edilenleri sorduk. Biz büyük keyif aldık bu sohbetten sizlerin de okurken aynı keyfi almanız dileği ile;

    “Sadece tiyatro oyunculuğu, sinema oyunculuğu o ırgatları hatırlatır bana”

    Bize Kendinizden Bahseder misiniz ?

    Kasımpaşa da köklü bir ailenin çocuğuyum.Dokuz kardeşten sekiz incisiyim İstanbul’un yerlisi sayılırız. artık yüz elli yıla varan, çünkü annemde bin dokuz yüz on sekizde İstanbul’da dünyaya gelmiş, köken tabii Erzincan. Hacı Hüsrev de dünyaya geldim orada büyüdüm eskiden tehlikeli bir yer olarak gözüküyordu ama şimdi artık düzeldi. Bütün tahsil Hayatım burada geçti ancak  Anadoluyu çok fazla dolaştım. Ben kariyerime folklor halk dansları ile dansçı olarak başladım daha sonra halk müziği, halk tiyatrosu,derleme, araştırma konularında ciddi eğitim gördüm. Sonra bir gösteri sırasında Erkan Yücel bizi izlemiş rahmetli Erkan abi onun ve tabii ki halen yaşayan Mert Egemen’in teşvikiyle tiyatroda karar kıldım. Bizim yaptığımız o zaman dans tiyatrosuymuş ilk başladığımda bilmiyordum. Sonra tiyatro macerası başladı yani sonradan ben tiyatroya başladım. Tabii ki o zaman da gençtim epeyi gençtim. Sonra sevdim tiyatroyu. Ancak   tiyatronun ekonomik anlamda fazla geçindirmediği bir gerçek..

    Daha sonrasında sinemaya ve dizilere başladım, uzun yıllar kamera arkasında da çalıştım sinemada çok yoğun emeğim var. Özellikle salt bir oyuncu ya da bir yönetmen yardımcısı olmak bana şeyi hatırlatır; Kasımpaşa’da ırgat pazarları vardı, gelirlerdi kamyonlar inşaatlara, oradan ırgat alırlardı, onlar giderlerdi verilen işi yaparlardı sonra evlerine dönerlerdi. Sadece tiyatro oyunculuğu, sinema oyunculuğu o ırgatları hatırlatır bana. Hiç kafa yormadan hiçbir şeyi düşünmeden, sormadan, soruşturmadan sadece işini yapıp gelmek, sadece o karakteri yaratmak ya da yönetmensen sadece o işle meşgul olmak. Bana uygun bir şey değil ben soran araştıran, okuyan, derleyen, çok gezen, çok gevezelik eden, bildiklerini aktarmayı seven bir adamım. Dolayısıyla çok öğrenmek, çok gezmek, çok kafa yormak, çok soru sormak ve o soruların cevabını aramakla geçti ömrüm. Tiyatro Oyuncuları Derneği’nde sekiz yıl yönetimde kaldım. Bir dönemde başkanlık yaptım Sine-Sen Sinema Emekçileri Sendikasında dört buçuk yıl sendika yönetim kurulu üyesiydim örgütlenme daire başkanlığı yaptım. Yine Çasod Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği’nin en başından beri üyesiyim, bir dönem yönetim kurulu üyesiydim.

    Yani sonuç itibariyle sadece oyunculuk, yönetmenlik, yönetmen yardımcılığı ya da  yazarlık değil. Bu mesleğin ileriye taşınması ile ilgili ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyorum. Bu mesleğin meslek olduğunun tescil edilmesi için çaba sarf ediyorum.

    “Seni ertesi bölüm öldürebilir, Amerika’ya gönderebilir diziyle işini bitirebilir”

    “Bu mesleğin ileriye taşınması ile ilgili ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyorum” dediniz. Peki içinde bulunduğunuz oyunculuk sektörünün artıları eksileri nelerdir ?

    Bizde çok fazla söz edilmeyen bir şey var… Bir kültür sanat iş kolu olmadığı için sosyal haklarımız, özlük haklarımız, mesleki onurumuz söz konusu değil. Görüyoruz işte dizilerde öyle bir sözleşme yapıyorlar ki adamlar seni hem elinden hem ayağından kelepçeliyorlar. Yapımcı diyoruz ama maalesef onlar, onların çoğu, yapımcı falan değil taşeron. Dizilerden aldıkları para ile geçiniyorlar, kendilerini riske etmiyorlar. Onlar her şeyi yapabilir, seni ertesi bölüm öldürebilir, Amerika’ya gönderebilir diziyle işini bitirebilir. Seni star yapar, seni çöp yapar. Onlar da bütün yetki, her türlü şeyi yapabilirler anlayacağınız. Ancak sen hiçbir şey yapamazsın yaptığın zaman bilmem ne kadar tazminat tehdidiyle baş başasın. Çünkü bunu koruyacak kollayacak bir kanun olmadığı için elin kolun bağlı öncelikle bu kanunun çıkması ile ilgili çok uzun yıllardır. Belki yirmi- yirmi beş yıldır kavga veriyorum, çok fazla kültür bakanı ile, çalışma Bakanı ile muhatap olduk sendika ve dernek döneminde. Ama uzun yıllardır çıkmıyor niye çıkmaz o konuyu bilmiyorum. Henüz açıklama olmadığı için.

    “Yani bir kotraya, bir yata bu kadar çok vergi konuyor mu bilmiyorum pırlantaya bu kadar KDV konuyor mu bilmiyorum”

    Devlet tiyatroları ve özel tiyatrolar arasında bir savaş var mı sizce?

    Bence yok birbirlerinin alanı dışındalar farklı yerlerdeler. Devlet Tiyatrosu kültür Bakanlığı’na bağlı olduğu için bütün Türkiye’de örgütlenmiş salonları olan epeyce şubesi ve salonu olan… Onlar nasıl tanımlıyor müdürlük mü, şube mi bilmiyorum ama. Ankara’sı İzmir’i İstanbul’u Adanası Sivas’ı Erzurum’u. Epeyce şimdi aklıma gelmeyen başka illerde de salonları var, oralarda oynuyorlar. Şehir Tiyatrosu sadece İstanbul’un ve belediyenin, ikisi de ödenekli tiyatro. Devlet tiyatrosu işte biliyorsun düne kadar AKM deydi Akm’ nin devre dışı kalmasından sonra değişik yerlerde salonlar açtı. Savaş diyemeyiz tabii sanat dalları arasında savaş olmaz rekabet diyelim ama o rekabet de yok. Çünkü farklı farklı alanlardalar zaten tiyatronun içinde öyle bir savaş söz konusu değil.

    Özel tiyatrolar, ödenekli tiyatrolarla aralarındaki fiyat farkının haksız rekabete yol açtığını düşünüyor musunuz?

    Tabii ki; Şehir Tiyatrosu on sekiz lira, Özel tiyatrolar en ucuzu otuz liradan başlıyor üç yüz liraya kadar çıkıyor… Bir koltuğun maliyetinden bahsetmek lazım; koltuğun maliyeti Şehir Tiyatrosuna da, Devlet Tiyatrosuna da ve Özel Tiyatroya da aynı burada ciddi bir haksız rekabet var… İşin ilginç tarafı olanaklı tiyatro dediğim ödenekli tiyatrolar Devlet Tiyatrosu, İstanbul Şehir Tiyatrosu, Bakırköy Belediye Tiyatrosu, Eskişehir Tiyatrosu gibi maaşlarını devletin ödediği salonlarına desteği devletin sağladığı… İşte dekorundan kullandığı temizlik malzemesine kadar her türlü malzemeyi devlet temin ediyor ve üstüne üstlük de seyirciden bir miktar para alıyor,   bir koltuk 100 liraya mal oluyorsa 80 lirasını devlet karşılıyor 20 lirasını seyirci ödüyor. Ancak özel tiyatrolarda durum farklı… Özel tiyatroların esas yüz yüze kaldığı şey de bu. Sanayici kadar ağır vergi ödüyor. Mesela özel tiyatrolara devlet yardım ediyor deniliyor ancak devlet yardım falan etmiyor, kültür ve sanata destek anayasal bir görev ve zaten. Bunu sektör olarak düşünürsek ki sektör diyemiyorum maalesef. Sinemadan, müzik eserlerinden o kadar çok bandrol parası alıyorlar ki. Tabii ki tiyatrolardan da ciddi vergiler toplanıyor bu toplanan vergilerden tiyatroya ve kardeş sanatı olan sinemaya çok azı geriye ödeniyor. Bunları ben biliyorum biraz önce saydığım epeyce dernek ve sendika da görev aldım yani bizden toplanan vergi. Bizden toplanan vergi vs. Neyse ne tanımlar da hata yapabilirim ama toplanan paranın çok az bir kısmı tekrar bize döndürülüyor özel tiyatroların bir sanayici kadar ağır vergi vermesi yani bir kotraya bir yata bu kadar çok vergi konuyor mu bilmiyorum pırlantaya Bu kadar kdv konuyor mu bilmiyorum onu artık ekonomistler bilsinler bize anlatsınlar. Ama benim bildiğim özel tiyatroların üzerinde ciddi anlamda böyle bir yük var. İkincisi özel tiyatroların salona sahip olma şansı asla yok mevcut salonlarda da çok ağrı paralara oynuyorlar yani şu anda özel tiyatrolar neredeyse salon sahiplerini para kazandırır durumdalar öyle bir para istiyor ki salon sahibi, salonun yarısını sattığın zaman ancak o parayı karşılayabiliyorsun diğer yarısı ile vergi ödüyorsun yevmiyeleri ödüyorsun. Bizim meslekte tuhaf bir şey aynı zamanda, oyuncusun, aynı zamanda yönetmensin ve yazarsın, her şeyi yapıyorsun, sırtında dekor da taşıyabiliyorsun diğer meslekler gibi patron ayrı, müdürü ayrı, işçisi ayrı değil. Herkes her işi yapıyor. Az eleman çalıştırmak durumunda, oyuncunun dışında ne kadar az eleman çalıştırırsa o kadar kendini kurtarır, sonra açılıyor kapanıyor, çok önemli tiyatrolar vardı onlar kapandılar mesela. Çünkü çıkmaz sokak… Böyle bir tiyatro anlayışı olmaz çıkmaz sokağa girdi. Çıksa bir tiyatro kanunu bir nefes alacak insanlar, devlet sanayiciye teşvik veriyor, tarıma teşvik veriyor. Tiyatroya da teşvik vermesi gerekiyor. Yani ben de tiyatro açıp kapatmış, batmış birisi olarak söylüyorum, benim de projem var arkadaş, ben de bu ülkenin kültürüne, insanların bilgilenmesine hizmet edeceğim. Çünkü tiyatro aynı zamanda aydınlatıyor, insanı düşünmeye sevk ediyor, eğlendiriyor, gününüzü iyi geçirmenizi sağlıyor. Moral diye bir şey var, batıdaki savaşlardan sonra ilk önce tiyatroyu hayata geçirmesinin sebebi önce moral, bakın bugün Afrin’deki harekata sanatçılar olarak bizde işte Şehir Tiyatrosu bağlamında Mehmetçiğe moral için gittik oynadık. Onlara moral verdik. Peki bu adamlar nasıl geçinecek diye soran yok yani Nimet ve külfet dengesi dengesiz vaziyette.

    “İnsanı mutlu eden ama acı acı mutlu eden tuhaf bir yazgımı diyeyim, döngü mü diyeyim, tesadüf mü diyeyim bilemiyorum”

    ‘Komik-i Şehir Naşit Bey’ oyunu hakkında ne söylemek istersiniz?

    ‘Komik-i Şehir Naşit Bey’ oyunu bizim tarihimize ışık tutuyor. Bizim Batı Tiyatrosu ile ilk karşılaşmamız ta Üçüncü Selime kadar gidiyor, Üçüncü Selim zamanında Türkiye’ye ilk defa dışarıdan tiyatro geliyor Türkiye’ye. Tabi adamlar öyle güzel örnekler getiriyorlar ki; bizim tiyatro mütevazı bir tiyatrodur, görkemli işleri yoktur, cambazlık yapılmaz mesela akrobasi yapılmaz. O başka bir tarzdır ama batı bunların çizgisini iyi harmanladığı için ve çok görkemli olduğu için geleneksel tiyatromuz bize ait tiyatro tabii ki bir süre sonra tu kaka ediliyor yani şunun gibi… Elde yapılan bir ayakkabı ile bir fabrikada yapılan ayakkabı gibi, hem ucuz, hem sağlam, hem de değiştirme garantili. Bizimki tabii tu kaka edilir.

    Tiyatroda böyle bir dönem geçirdi Üçüncü Selim zamanından başlayarak. Cumhuriyetin ilanından sonra da bu böyleydi,Cumhuriyet döneminde tiyatroda Batı modelini benimseyen Türkiye, gerek tiyatronun kurumsallaşması, gerekse oyun yazarlığının gelişmesi bakımından önemli atılımlara sahne oldu. İkinci Abdülhamit döneminde özellikle Batı Tiyatrosu ile çok haşır neşir olmuştur batıdan çok örnek gelmiştir ve bizzat devlet tarafından mızıka-i Hümayun kurularak müzik ve tiyatronun bizzat devlet eliyle geliştirilmesi projesi 2. Abdülhamid’in döneminde sistem değiştirmiş batılı anlamda cumhuriyetten sonra da bu devam etmiştir mızıkayı Hümayun kapatıldıktan sonra biz de Devlet Konservatuarı kurulmuş bir süre sonra Devlet Tiyatrosu kurularak aynı ekolden yetişenlerin bizim eski gelenekcilerimizin geleneksel tiyatro dedikleri tiyatro döneminde Naşit Özcan, çeşitli tiyatro topluluklarında çalışmış, halkın pek sevdiği bir komedi sanatçısı olmuş. Bu arada, tulûat tiyatrosuna gerçek bir sanat değeri kazandırmak için çalışmış. geliştirmek ve onu yaygınlaştırmak ideali ile yola çıkıp ve ustalarına verdiği sözü yerine getirmek ve o sözünden dönmemek adına ki. Öyle ya, bir dönem Charlie Chaplin ile mukayese edilen büyük bir usta. Devrine damga vurmuş bir virtüöz oyuncu, ama hakkında çok az bilgi var. Adeta yok sayılmış bir “Tiyatro Savaşçısı”. Görkemli günler yaşıyor Ama daha sonra tabii İkinci Dünya Savaşı’na denk geliyor sinemanın gelişmesi ciddi bir sekte vuruyor işte maalesef o zaman da aynı şeyler salon sahipleri salonlarını sinemaya dönüştürerek daha fazla para kazanma ihtirası yüzünden. özel tiyatroların yavaş yavaş kapanması ile o dönem olağanüstü bir oyuncu Naşit Özcan işsiz kalıyor önce akıl sağlığını, sonra beden sağlığını yitirip ömrünün son zamanlarında bir süre akıl hastanesinde tedavi görüyor önce yatağa düşüyor ve kan kusa kusa hayata veda ediyor. Trajik ama bizim hikayemiz onu diğer geleneksel tiyatro üstatlarından ayıran özelliği Kavuklu Hamdi, Küçük İsmail. Kel Hasan onlardan ayıran kısmı eğitimli olması ne hakla otuz beşe bakla deyip çıkıp oynayanlardan değil o yurt dışında da eğitim görüyor iyi bir müzisyen aynı zamanda olağanüstü taklitleri olan bir insan ve lehçeleri çok iyi yapan bir kişi, çok önemli bir aktör. Gökhan Eraslan henüz öğrenci iken yazdığı oyunu sahneye koymayı bizzat Naşit Bey’in torunu, gençlikten bu yana arkadaşım dostum Naşit Özcanın teklifi ile bana nasip oldu. Oyuncu kadrosunu oluştururken epeyce titizlendik. Tabii ki şöyle bir de trajik bir olay yaşadık bu oyuna iki takviye yaptık biz özel tiyatrodan Sinan Bengier diğeri Ayberk Atilla, Bu ikisi çok uzun zamandan beri arkadaşım.

    Rahmetli Ayberk Atilla, doktora gitmeyenlerdendi tipik Türk bizim gibi. Hep ölüme çeyrek kala gideriz ya; oyunun prömiyerine iki gün kala yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle aniden rahatsızlandı hastaneye kaldırıldı. Ondan sonra doktor izin vermedi o yüzden apar topar onun rolünü Naşit Özcan sağ olsun çalıştı ve prömiyere o çıktı işte oyuna çıkmasından iki hafta sonra Ayberk’i hayatını kaybettik. Onun ölümünden yirmi bir gün sonra oğlum Emrah Can Yaylı, Şehir Tiyatrosu oyuncusu ve aynı zamanda oyunun müziklerini yaptı, onun oğlu yani torunum dünyaya geldi adını Ali Ayberk koydular bu da tuhaf insanı mutlu eden ama acı acı mutlu eden tuhaf bir şeyyazgısı mı diyeyim, döngü mü diyeyim, tesadüf mü diyeyim bilemiyorum böyle bir şey yaşadık. Bu nedenle Komik-i Şehir Naşit Bey kendi hikayesinden bağımsız olarak bizzat kaleme alan, oynayan, yazan, yöneten, müziklerini yapan herkesin hayatında derin izler bıraktı ve Türk Tiyatrosu tarihine birde böyle geçti.

    “Sevdiğim bir şey yaptığım için zor gelmiyor ama zor tabii çok zor bir iş”

    Yönetmenlik mi, oyunculuk mu zor?

    Yönetmenlik de oyunculuk da kolay. Niye kolay çünkü bildim bileli sahnedeyim Hani bir laf var ya “eğer sevdiğin işi yapıyorsan aslında aylaklık yapıyorsun” gibi. Sevdiğim bir şey yaptığım için zor gelmiyor ama zor tabii çok zor bir iş. Yani düşününce bana zor gelmese de zor olduğunu biliyorum. Bir dönem çok fazla oyunda oynadım yorgun hissediyodum kendimi ama tiyatro oyunculuğunu bırakma sebebim o sene Nejat Uygur’u kaybettik, Nejat baba gitti.vefatından iki üç günsonra  Tuncay Özinel’i kaybettik. Bir hafta on gün sonra Çetin Akcanı da kaybettik.  Bu arada çocukluk arkadaşım efektör Atilla Ertüz’ü kaybettik

    sonra Selçuk Uluergüven’i kaybettik Hani şair Cahit Külebi’nin bir şiiri var ya “içimdeki Şarkı bitti”diye. Benim de içimdeki oyunculuk şarkısı bitti. Bilmem kaç sene oldu hala daha arkadaşlarım bana söylüyor “bir gün o heyecan gelir de belki çıkar oynarsın” hala öyle bir şey olmadı. Teknik anlamda iyi de oldu. Çünkü yönettiğim oyunlarda oynamayı sevmiyordum. kendini yönetemiyorsun Kendine yeterli çalışma zamanı ayırmıyorsun. Bu anlamda Teknik olarak iyi oldu sadece o yönettiğim oyunlardan keyif alıyorum. Yönetip oynadığım oyunlardan Keyif alamıyorum açıkçası. Dolayısıyla hep oyun yönetir hale geldim oynamıyorum. yani bana kolay geliyor işim. Bir de şey ile ilgili ilgisi var tabii ki tecrübe mektepte okutulmaz bakkalda da satılmaz. insan kendi tecrübesini kendi biriktirir o anlamda da çok zorlanmıyorum açıkçası. Hoşuma da gidiyor.

    “Sekiz saat çalışmak, paranı gününde almak ve rolünün garantisi olmalı, dizinin garantisi olmalı”

    Tiyatroda, sinemada ve dizilerde görev aldınız. Hangisi daha keyifli?

    Vallahi benim için keyifli olan keyifli oluyor, sinemada da tiyatroda da keyifli olan keyiflidir, keyifsiz olan keyifsizdir. Bunun bir sürü sebebi var… Keyifli olması için iyi bir film olmalı, iyi bir senaryo olmalı ve iyi bir rol olmalı. Bütün bunlar yüzde elli ve iyi bir ekip olmalı. Dünyanın en güzel oyununu oynarsın ama ekibin iyi değilse huzursuz olursun. Ayakların geri geri gider nitekim epeyce dizi yaptım.on yıldır da dizi oyunculuğu yapmıyorum. Onun prensip kararları var. Sekiz saat çalışmak, paranı gününde almak ve rolünün garantisi olmalı, dizinin garantisi olmalı, gidiyorsun bir paraya anlaşıyorsun o parayı alıp alamayacağın belli değil, rolünün devam edip etmeyeceği belli değil, o dizinin devam edip etmeyeceği belli değil, hiçbir şey belli değil, kaç saat çalışacağın belli değil. Ne zaman sete gireceğin, ne zaman döneceğin belli değil. Gecenin bir vakti seni arayıp üç saat sonra sete geleceğini söylüyorlar. o sette bitiş zamanını asla bilmiyorsun. Önemli olan çekilenin yetişmesi senin bir önemin yok. benimle yapıyorsun bu işi arkadaş. oyuncu ile yapıyorsun, ışıkçı ile yapıyorsun, yönetmen ile yapıyorsun. Önemimiz yok mu bizim. O zaman önemsiz olduğum yerde ne işin var benim on yıldır yapmıyorum ama asla yapmam demiyorum. Tabii ki tiyatroyu da asla yapmam demiyorum. Ancak bu şartlar olursa yaparım diyorum. Güvenlik görevlisi bir arkadaşımı ziyarete gittim onu görmeye çevredekiler sarıldılar, öptüler “biz seni çok seviyoruz beğeniyoruz” diye oradaki beni karşılayan bana övgüler düzen insan var ya. Yurdumun İnsanı onlar kadar ben hak istiyorum. Ne münasebet sen sanatçısın, iyi de o adam ne zaman maaş alacağını biliyor, mesai saatlerini biliyor, sigortası yatıyor. Beni izleyen Yurdumun İnsanı velinimetim ondan beni ayırıyorsun. Sen sanatçısın diyorsun onun kadar bile hakkım yok. Belediye çağırıyordu etkinliğimiz var diye İyi tamam gelelim, televizyon çağırıyor röportaj için programa para yok sanatçısınız. Peki Türkiye’de kaç yüz belediye var. Tamam ben gideyim topluma karşı sosyal sorumluluk görevimi yapayım. Peki ben sizin hepinize evet dediğim zaman nereden para kazanacağım.

    Büyük bir direniş vardı Ankara’da orada anladım ismini söylemeyeyim bir sendika işte destek vermek için gittim o insanlar sendikal haklarından,işten atıldığında tazminatlarından, aldıkları maaştan, sigortalarından bahsediyorlardı, düşündüm ki bende bunların hiçbiri yok zaten benim düzenli maaşım yok, ne kadar çalışacağımı da bilmiyorum, Yani bu şöyle bir şey; Dükkanı açıyorsun tezgahı kuruyorsun çalıştın para kazandın, çalışamadın aç kaldın, böyle bir meslek olur mu. Tabii ben çok eskiyim yapımcıların çoğu arkadaşım beraber çalıştık, beraber işler yaptık, çoğu zaten görmezden geliyor duymazdan geliyor, biliyorlar ki böyle bir talep edeceğim yok sayıyorlar onlar yok saysınlar çok önemli değil. Benim akrabalarım, çevremdeki insanlar, arkadaşlarım “git bir dizide oyna elli bin lira para al yoluna bak”diyorlar. Bir de böyle bir şey var ya herkes elli bin lira alıyor bölüm başı oysa ki onun yüzde onunu bile teklif etmiyorlar. Hadi teklif ettikleri parayı kabul ettin, rolün devamlılığı yok. Arkadaş bu yemeğin tuzu fazla oldu yemek niye böyle dediğin zaman ertesi gün öldürüyor ya da Amerikaya yolluyorlar falan. Hiç itiraz hakkın da yok böyle tuhaf bir piyasa kölelik ve işporta – işporta ve gecekondu ilişkisi.

    “seyircilerin tiyatrolara peşin parayla girmesini de uygun bulmuyorum”

    Sanatı yetkin kılmak için neler yapılabilir?Sanatı yeniden tanımlamak lazım ben bu sanat anlayışını reddediyorum. Bir endüstri bu sanat değil… Tamamen endüstriye yönelik bir şey, mesela seyircilerin tiyatrolara peşin parayla girmesini de uygun bulmuyorum. Yani bir buzdolabı aldığın zaman kötü çıktıysa onu aldığın yerden paranı geri alabilirsin. Kötü bir oyunu kardeşim ben bunu beğenmedim deyip paranı geri alamıyorsun, alabilme hakkın olmalı… Şimdi diyecekler ki suistimal ederler beğenmedim derler paralarını geri alırlar. Ahlaksızlık o başka bir şey, bir tane ahlaksız var diye ilkeleri koyamayacak mıyız. Dolayısıyla endüstriye hizmet ediyor, endüstriye hizmet eden tiyatroda bugün çıkmazda az önce söylediğim gibi. Bunların değişmesi lazım sanatı yeniden tanımlayıp ilkelerini belirlemeliyiz bu da  yasa ile mümkün İpini koparanın gelmemesi lazım nasıl İpini koparan İstanbul’a geldi ve İstanbul mahvetti. Bu meslekte İpini koparanın geldiği bir meslek oldu. Mektepten oyuncu yetişmez yani şuna benziyor ben bu odada sana yüzmeyi öğretebilir miyim suya girmedikten sonra. Her konservatuarın üç yüz kişilik salonu olmak zorunda. Devlet her zaman yetiştirdiği elli öğrenciyi istihdam etmek zorunda o kadar çok konservatuvar ve kurs var ki. Her semtte bütün özel üniversitelerde bir konservatuar ya da sahne sanatları kursu var. Yetiştiriyorsun nereye yolluyorsun tiyatro mu var? Tabii ki yok.  Sadece yetiştiriyor, üretiyor, atıyor. Bugün gördüm Denizli’nin bir ilçesi var orada oranın neredeyse tamamı ayakkabıcı İstanbul’da çadır kurmuşlar sorununuz ne diyor röportajda” üretiyoruz ama satamıyoruz ihracat yapamıyoruz” diyorlar çok kaliteli olmasına rağmen almıştım daha önce o bölgeden… O kasabanın yanında bir kasaba daha var çok güzel bıçakları var ve bıçakçılar neyseki satmaya başlamış. Türkiye çapında tanınmış ve yurtdışına satıyor, ayakkabıcılar satamıyor çok kaliteli olmasına rağmen. Sonuç olarak çok iyi oyuncu yetiştirdin arkadaş nereye yetiştiriyorsun bu çocuklar mecbur kalıp dizilerde oynuyor dizi mi onun hayali onun hayali tiyatroydu Sen hayalini iğdiş ediyorsun.

    “işsizlik diplomasını satın almış oluyorlar, akıl hastası olur o çocuklar bir süre sonra” 

    On sene sonra Türk tiyatrosunu nerede görüyorsunuz?On sene sonra Türk tiyatrosunu çıkmazda görüyorum bugünden bir fark olacağını sanmıyorum…. Eğer yasa çıkmazsa, devlet güvencesi olmazsa tiyatro çıkmaz sokakta, geleceği yok çıkmaz sokak. Tiyatronun sonu olacak maalesef… On sene sonra düşünsene senede beş yüz konservatuar mezunu varsa beş yüz de kurslardan yetişen öğrenci tiyatrocu adayı on sene sonra on bin oluyor on binlik kapasiteli bir tiyatromuz var mı yok. Gencecik o hayalleri olan çocuklar ne olacak dünyanın da parasını veriyorlar, işsizlik diplomasını satın almış oluyorlar, akıl hastası olur o çocuklar bir süre sonra ihtirasını körüklüyorsun o genç adamın bütün mektep boyunca.  Sonrası meçhul… Bu çelişki iyi bir çelişki değil.

    “Çocuklar çok üretken çok yetenekliler çok yaratıcılar ah keşke çiğnenmese bu filizler”

    Severek takip ettiğiniz dizi var mı?Hayır yok kendimi oynamadığım için belki ama izlemiyorum. Dizinin ciddi bir zaman kaybı olduğunu düşünüyorum; Diziler birkaç saat sürüyor ve o birkaç saat içinde benim okumam gereken tekstler var, araştırdığım şeyler var. Benim evim aynı zamanda bir kütüphane çok fazla okuyorum. Çok fazla hazırlık yapıyorum, kitap hazırlıkları var ya da ne bileyim dizi izleyene kadar bir oyuna gidiyorum. İşte bugün güzel bir oyuna gideceğim. Tuna Arman’ın oyunu var artık gitmem lazım arkadaşlarımın oyunlarına öncelik veriyorum senede üç dört oyun yöneten sahneye koyan bir insan olarak vaktim olmuyor, oyunlarla çakışıyor benim oyunlarım. Vakit  bulduğumda da arkadaşlarımın oyunlarına gitmeyi tercih ediyorum. Öncelikle ki kırılmasınlar diye, onlardan vakit bulduğum zamanda da diğer oyunları takip ediyorum benim için Devlet Tiyatrosu ya da bi tiyatro ya da altı kat tiyatro gibi ayrım yok. bence tiyatro tiyatrodur gidiyorum, izliyorum ve çok da güzel oyunculuklar, güzel rejiler izliyorum, oyunlar izliyorum, tekstler okuyorum. Çocuklar çok üretken çok yetenekliler çok yaratıcılar ah keşke çiğnenmese bu filizler.

    “Gözlemliyorum biletler satışa çıktığı zaman sanal ortamda açıldığı andan itibaren biletleri alan çok insan var”

    Sizce sinemanın tiyatrodan daha fazla ilgi görmesinin nedeni nedir?Vallahi sinemanın ilgi gördüğü gördüğü kanısında değilim. Türk sineması tiyatro gibi ilgi gören bir şey bence az değil tiyatronun seyircisi Şehir Tiyatrosu da doluyor, Devlet Tiyatrosunun da dolu olduğu söyleniyor ben takip etmedim ama özel tiyatrolarda da çok kötü değil seyircisi var tiyatronun. Zaten tiyatronun seyircisi tutkuludur tiyatronun seyircisi bağımlıdır onlar gelirler. Gözlemliyorum biletler satışa çıktığı zaman sanal ortama açıldığı andan itibaren biletleri alan çok insan oran olarak da yüzdesi çok fazla.  Ama sinemada böyle bir şey var mı bilmiyorum.Bir de işte hangisi sinema, ilgi gören Mesela Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde  ödül alıp burada izlenmeyen seyircinin gitmediği filmleri biliyorum.Ama onun yanı sıra sinema anlamında çok eleştirilen filmlerin çok iyi bir gişe yaptıklarını duyuyorum sinemanın da tiyatrodaki gibi çıkmazda olduğunu düşünüyorum, ama sinema

    Benim ikinci alanım olduğu için tiyatro kadar net ve katı bir analiz yapma şansını kendimde görmüyorum diyeyim sonlandırayım konuşmayı. Teşekkür ederim….

    Bizde teşekkür ederiz verdiğiniz bilgilerden dolayı.

     

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler