More
    Ana SayfaHABERMardin’in yetiştirdiği değerli bir yazar Kasım Uçkan, o hayatını sanatı üzerine kurgulamış...

    Mardin’in yetiştirdiği değerli bir yazar Kasım Uçkan, o hayatını sanatı üzerine kurgulamış bir insan. Sanat anlayışını Sanatsal faaliyetler takipçileri’ne anlattı.

    Tüm gün yüzünde kocaman bir gülücükle dolaşıyor; çünkü gülmeyi çok seviyor. hayatın püf noktasının içten bir gülüş olduğuna inanıyor ki ona bakınca haklı olduğunu anlıyorsunuz. Sempatik, neşeli, rahat, samimi bir insan o. Sanat anlayışını Sanatsal faaliyetler takipçileri’ne anlattı.

    Okurken heyecan ve keyif duymanız dileğiyle röportajımıza başlayalım.

    Sanatsal faaliyetler takipçileri sizi yakından tanımak istiyor, Kasım Uçkan kimdir diye sorsak ne anlatırdınız?

    <Bu sezon için hazırladığım üç yeni oyun var>Mardin Nusaybin doğumluyum. Hacettepe üniversitesinde okuduktan sonra İstanbul’a geldim. Sanat camiasına İstanbul’da kitap yazarak girdim. Altı tane kitabım var: İstanbul Yolcusu Kalmasın, Bir Kalem Kırıldı, Onlar Sonra İnsandır, Anahtar, Yasak Öyküler, Beyoğlunda Kadın Olmak. Tabi sinema ve dizi hikayeleri de oluşturuyordum. Sonra tesadüfen Safa Önal hocamızla bir barda karşılaştık. Kitaplarımı okumuş çok beğenmiş. Senden iyi bir komedi yazarı olur dedi ama benim kitaplarımda komedi yoktu; toplumsal içerikliydi. Aman Safa abi yapma ben ne anlarım komediden dedim. Bir iki ay barda senaryo üzerine sohbet ettik. Sonra bir gün telefonum çaldı. Arayan Türker İnanoğlu idi. Kasım, Safa senden bahsetti bir şeyler yaz getir dedi. Birkaç skeç yazdım. Türker İnanoğlu skeçlerimi okuduktan sonra odan hazır gel başla dedi. O şekilde başladım. Üç, dört sene beraber çalıştık. Mahallenin Muhtarları’nı yazdık. Hemen ardından Gazanfer Özcan ile TRT’ye huzurevinde geçen bir dizi yapmıştık. Bağımsız senaryolar da yazdım: İnadım İnat, Kezban Yenge, Muhalif Başkan… Tiyatro oyunları da yazdım: Adam Arıyorum Adam, Mizahımı Elleme Gıdıklanıyorum… Pembe Aslında Siyahtır uyuşturucu içerikli bir oyun. 22 senedir oynanıyor. Kültür Bakanlığı destekli birkaç tane oyunum daha var: Lafını Balla Kestim, Bana Bir Star Lazım. Geçen sezon senin de galasına katıldığın Evdeki Hesap Çarşıya Uymaz adlı oyunum oynandı. Bu sezon için hazırladığım üç yeni oyunun da isimleri sürpriz olsun.

    Sizi yazmaya özendiren şeyler nelerdir?

    Ben Mardin Nusaybin doğumluyum. O zamanlar televizyon yoktu. Hatta elektrik bile pek çok yerde yoktu. Ortaokul zamanlarında ben çok başarılı bir öğrenciydim. O zamanlar bile klasikleri okumaya başlamıştım: Dostoyevski, JackLondon, Hemingway. Bizim edebiyatımızdan ise Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Reşat Nuri Güntekin… Bu bende bir birikim oluşturdu. 80’li yıllarda ekonomik kriz yaşadım. İngilizcem ve Arapçam olduğu için bir otelin resepsiyonuna geçtim. O dönem gazetede bir öykü yarışması ilanı gördüm. Bir öykü yazdım ama göndermeye cesaret edemedim. Milliyet Sanat’ta bir abim vardı, Allah rahmet eylesin, ona göndermiştim. Çok beğendi ve devamı gelsin dedi. Ben de yazmaya başladım. Yazmak hoşuma gidiyor. Ben lisede iken fen bölümünde okuyordum. Kompozisyon notum edebiyat sınıfındaki öğrencilerden daha yüksekti. Yazmak güzeldir.

    Konularınızı seçerken neye dikkat ediyorsunuz?

    <İnsan olmak ve insan olma bilincine ermeyi irdeliyorum ve yazılarımda bunları vurguluyorum>Mozaik bir ülkede yaşıyoruz. Tüm yazarların olduğu gibi benim de malzemem insan. İnsanların egosunu yok edip; onların sevgi, barış, dostluk, kardeşlik içinde olmalarını ön planda tutarak yazıyorum. Onun dışında savaşlar olmasın istiyorum. Bu hırs, öfke, hep banacılık nereye kadar? Ben istiyorum ki herkesin çocuğunun yüzüne bakabilecek cesareti olsun. Dünyayı yok etmek için uğraşıyoruz. Ağaçlara, hayvanlara, kadınlara, çocuklara yapılanları görüyorsunuz. Bunlar neden olsun? İnsan olmak ve insan olma bilincine ermeyi irdeliyorum ve yazılarımda bunları vurguluyorum. Dizilerde ise arz talep söz konusu. Mesela rahmetli Zeki Alasya aradı bir gün hastane dizisi için. Ben, Atay ve İhsan üç arkadaş yazdık. Zeki Alasya, Türker İnanoğlu bir okul. Oradan mezun olduğun zaman her şeyiyle bilirsin. Türker beye Bay sinema derler zaten. Kandemir Konduk ve Safa Önal’dan çok şey öğrendim. Zaten biliyorsun 400 tane sinema filmi sayısız dizileri var. Dizilerde de zaman zaman mesajlar veriliyor ama reyting nedeniyle siparişler de geliyor. Falanca oyuncu ile yada şarkıcı ile anlaştım; buna uygun hikaye yaz deniliyor. Sen de ona uygun bir hikaye yazıyorsun. Yoksa seni arayıp da sende özgün bir hikaye var mı demiyorlar. Bir ara Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe gibi klasik kitaplar revaçtaydı. Başlayıp biten hikayeleri yazmak senarist için de çok kolaydır. İzleyicilerin de hoşuna gidiyor. Zaten Çalıkuşu’nu bilmeyen yoktur. Yapımcılar da kanallara bağlılar. Örneğin bir kanalda mafya dizisi başlarsa tüm kanallarda mafya dizisi başlıyor. Köy filmi başlarsa tüm kanallarda köy filmi başlıyor. Komedi filmi başlarsa herkes onu yapıyor. Yani senaristin özgün bir senaryo seçme şansı yok gibi. Tabi ki çok güvendiğin bir projen varsa yapımcıya götürebilirsin. Fakat projenin hayata geçip geçmeyeceğine yapımcılardan ziyade televizyon sahipleri karar verir.

    Severek takip ettiğiniz bir dizi var mı?

    <Biz eskiden aileyi korurduk>

    Birkaç senedir baştan sona izlediğim bir dizi yok. Kendi yazdığım dizileri bile izlemezdim. Senaristlerin hemen hemen yüzde doksanı arkadaşımdır. Yeni bir işe başladıkları zaman biraz başından biraz ortadan izleyip sonra kaçarım. Bazen arkadaşlarım arayıp izledin mi nasıldı diye soruyor. Yoldaydım, misafirliğe gitmiştik falan diyorum. Artık konular çok birbirine benzemeye başladı. Süre de çok uzun olduğu için kızın erkeğe uzun uzun bakması gibi gereksiz sahneler dizide çok fazla var. Konular da birbirine benziyor. Örneğin eve bir erkek geliyor kızların hepsi ona aşık oluyor. Yani kardeşim çık sokağa orada da erkek var. Ona aşık ol. Özellikle de kardeşlerin bir kıza aşık olması beni delirtiyor. Hiç inandırıcı olmuyor. Şöyle söyleyeyim sana Muratcım biz eskiden dizi yaptığımız zaman aileyi korurduk. Bizimkiler’de olsun; Mahallenin Muhtarları’nda olsun, Ekmek Teknesi’nde olsun aileyi korurduk. Şimdiki diziler aileyi parçalamak için ellerinden geleni yapıyor. Kız babaya düşman oluyor, kardeşi aileyi öldürmeye çalışıyor, kız evden kaçıyor bilmem ne oluyor. Hem inandırıcılığı yok hem de toplum olarak gelenek göreneklerimiz örf adetlerimize uymuyorlar. Ben anlamıyorum sokakta iki kişi el ele dolaştığı zaman namus elden gitti, ahlaksızlar diye bağırıyorlar. Fakat dizide amcasının karısına göz diken kişiyi hayranlıkla seyrediyor ve reytingleri de tavan yapıyor. Bir genç kıza tecavüz ediliyor herkes televizyon başında. Hayatın gerçeği var. Hayata dönün. Komşuna veya tanımadığın birine sokakta şiddet uygulanıyor veya tecavüz ediliyor sen neden bunlara karşı sessiz kalıyorsun? Yani duyarsızlık hat safhada. Televizyonda olduğunda ise hüngür hüngür ağlıyorlar. Dizi kahramanlarından biri öldü diye cenaze namazı kılınıyor. Fakat komşun öldüğü zaman cenazesine gitmiyorsun. Bunlar üzücü şeyler ama bunları yaşıyoruz. Arabesk bir ülke olduk. Mustafa Kemal’imizden sonra gelen idareciler maalesef eğitime gereken önemi vermediler.

    Dizilerin sinema filminden daha uzun olması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

    Facia. Bu konu ile ilgili senaristler, oyuncular, yönetmenler Taksim’de Yerli Dizi Yersiz Uzun sloganıyla yürüyüş yaptılar. İzleyiciyi de anlamıyorum. Kimi görsem ben dizi izlemiyorum belgesel izliyorum, kitap okuyorum diyor. Evet ama reytingler nasıl yüksek çıkıyor? 120 dakika dizi reklamlarla ve tanıtımlarla 3 saat sürüyor. 20.00’de başlıyor 00.00’da bitiyor. Anne babaya çocuklar okula gitmiyor mu diye soruyorum. Çocukların derslerine yardımcı olmuyor musunuz? Komşuya gitmiyor musun? Komşu geldiği zaman o aptal kutuya mı bakıyorsunuz?

    Sizce sanatı yetkin kılmak için neler yapılabilir?

    <Tiyatro ve sinema sanattır. Televizyon sanat değildir>

    Öncelikle reyting savaşlarını bir kenara bırakmak gerekir. Televizyon hepimizin evinde var. Eğitime ağırlık vermek gerekir. Her şeyi okullardan, öğretmenlerden veya Milli Eğitim Bakanlığı’ndan beklememek gerek. Anne babanın görevi çok önemli.  Şimdi cep telefonları çıktı herkes metroda, otobüste telefona oyun oynayıp mesajlaşıyor. Eskiden kitap veya gazete okurdu insanlar. Arabada oturduğun yerden yaparsın da yolda yürürken de telefona bakıyorlar. Kaç kişi elektrik direğine çarptı. Tabi ki cep telefonu ihtiyaç. Bir şey demiyorum ama okumuyoruz maalesef. Tembel insanlarız. Mesaj yazarken bile kısaltmalar kullanıyoruz. Yazmaktan da üşeniyoruz. Yazmayı seven insanlar değiliz. Eğitim düzeyi yükseldikçe filmler de düzeliyor. Özellikle tiyatro insan eğitiminde etkin bir roldür. Tiyatro ve sinema sanattır. Televizyon sanat değildir. Sabun köpüğüdür. Suya yazı yazmaktır. Üç, dört sene önce insanları ekranlara çivileyen reyting birincisi diziyi kimse hatırlamaz. Oyuncusunu da kimse hatırlamaz. Fakat bir kitabı veya bir tiyatro öyle değil. Örneğin Keşanlı Ali Destanı, Azizname, Toros Canavarı, Buzlar Çözülmeden… Sinemayı, tiyatroyu sürekli takip etsinler. Bu biraz da ekonomiye dayalı tabii.

    Sinemanın tiyatrodan daha fazla ilgi gördüğünü düşünüyor musunuz?

    <Bizde de güzel filmler yapılıyor ama seyircisini bulamıyor>

    Çok iyi filmler yapılıyor. Çok önemli aktörlerimiz, aktrislerimiz, senaristlerimiz, yönetmenlerimiz var. Fakat toplumu anlamak gerçekten çok zor. Adam büyük paralar harcıyor ve baş yapıt bir film yapıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın Avurupa’da almadığı ödül yok ama Türkiye’de  on kişi gidiyor izlemeye. Recep İvedik gibi bir şey yapıyorsun seri halinde 1 2 3… 15’e kadar gider. Bu filmle 5-6 milyon izleyici yapıyorsun. Bu kültür ile büyüyen insandan ne bekliyorsun? Ne veriyor insana? İnsanlarımız gülmek için gidiyor. Dünyanın her yerinde sinema önemli bir faktördür. Avurpa, Amerika, İran, Rus sinemasında güzel filmler yapılıyor. Bizde de yapılıyor ama bizde seyircisini bulamıyor. Popüler kültür diye bir şey var. İnsanlar genelde ticari filmlere gidiyor. Dün bir haber okudum. Birinin kitabı 40 bin basılmış. Ülkedeki yazarlara baktığın zaman kaçının kitabı o kadar satıyor? Ben bile kitap yazdığım zaman en fazla 3 bin tane basarlar.  Ama şimdi 2 bin veya bin basılıyor. Çünkü okur yok. Yani evet sinemaya olan ilgi tiyatrodan daha fazla. Tiyatroları kimler destekliyor? Anadolu. Turneye gidiyorsun. Bakanlar veya kültür sanat müdürleri o gün havasındaysa alıyor. Ama tiyatroda da sansürler vardır. Şimdi afiş tiyatroları başladı. Bir belediyeye gittiğin zaman önce afişi göreyim kimler var diyorlar. Aa tamam ben bunu televizyonda görmüştüm alıyorum diyor. Tiyatroda yetişen çok önemli aktörlerimiz vardır. Onlarla gittiğin zaman çoğu sana şans vermiyor. Fakat onlar da olmasa özel tiyatrolar tamamen kapanır. Özel tiyatrolar biraz pahalı ama ona göre de giderleri oluyor. Tiyatro ücreti olan 40 lirayı beğenmeyen seyircinin cebinde 6-7 milyarlık telefon var. Yani lükse para var. Derler ya hani ayranı yok içmeye… Bunları da yaşıyoruz.

    Yazmaya özenen insanlar için ne söylemek istersiniz?

    <Yazmak kendine itiraf edemediğin duyguları açığa çıkarır>Yazmak güzeldir. Sana hayal kurdurur, farklı dünyalar sunar, farklı gezegenlerin kapılarını aralar. Kendine itiraf edemediğin duyguları açığa çıkarır. Biz insanlar sevdiklerimize karşı falan ifade özürlüyüzdür. Örneğin karı koca birisi seni seviyorum derse diğeri ben de seni seviyorum demez. Ben de der geçer. Okumak ve yazmak çok önemlidir. Her gün yazsınlar. Hiçbir şey yapmasalar bile kendilerine yarım sayfa, bir sayfa kadar mektup yazsınlar. Kendilerine mesaj atsınlar. Yeter ki yazsınlar. Yeni yetişen canavar gibi bir gençlik var. Karikatürde, kitapta özellikle de şiirde… İyi senaristlerimiz de, yönetmenlerimiz de var. Bu sektörde farklı sanat alanları çıkıyor tabii ama yazmaktan zarar gelmez. Ne demiş Barış Manço ? Yaz dostum.

    Sanatsal faaliyetler takipçilerine söylemek istediğiniz bir şey var mı?

    <Onlarınki Don Kişot’luk>

    Takip ediyorum onları. Onlar her yerde. Yani sanatı desteklemek ve sanatçının yanında olduklarını hissettirmek adına oyunun yazarı, yönetmeni, oyuncusuyla yada yapımcısıyla yakın diyaloglara giriyorlar. Söyleşi yapıyorlar ve bunu halkla paylaşıyorlar. Pek çok insanın farkında olmadığı sanatsal faaliyetler oluyor. Üç kişiye ulaşsan o üç kişi tiyatro seyircisi, sinema seyircisi olur yada iki satır yazı yazar. Onlarınki Don Kişot’luk. Bunları yapmasak Türkiye’ye kim sahip çıkacak? Onun için sanata sahip çıkmalıyız.

    Mustafa Kemal bile ne demiş?

    “Sanatsız kalan bir ülkenin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

    Her güzel şeyin bir sonu vardır. Bu güzel söyleyişinin de sonuna geldik. 

    Bu güzel söyleyişi için çok teşekkür ederiz.

    Esas ben size teşekkür ederim. Beni gerçekten onurlandırdınız Murat kardeşim başarılarını devamını diliyorum.

    Genel Yayın Editörü : Murat Karakaş

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Yeni İçerikler